Diyabet Giriş16.01.2008 16:44:10

Diyabetiniz olduğu söylendiyse, bu hasta ya da yatalak olduğunuz anlamına gelmez. Bu ülkede milyonlarca diyabetli var ve bu

Diyabetiniz olduğu söylendiyse, bu hasta ya da yatalak olduğunuz anlamına gelmez. Bu ülkede milyonlarca diyabetli var ve bu kişilerin çoğu normal ve aktif bir yaşam sürdürüyor. Bunların bir bölümü 50 yılı aşkın bir süredir diyabetli. Hastalığı anlama yönünde kaydettiğimiz ilerlemeler ve tedavideki yeni gelişmeler, diyabetli kişilerin gelecekle ilgili umutlarını her zamankinden daha fazla artırmaktadır. Bu kitapta diyabetin ne olduğunu ve onu nasıl denetim altında tutacağınızı anlamanıza yardım etmeyi amaçlıyoruz. Günümüzde doktorlar diyabetli kişilerin sağlıkları konusunda daha fazla sorumluluk almalarını, diyetlerine özenli bir dikkat göstermelerini ve kan ve idrar testlerini kendileri yaparak düzenli bir biçimde gelişmeleri izlemelerini teşvik ediyor. Bunu nasıl gerçekleştireceğinizi size adım adım açıklayacağız ve diyabetinizi gerçekten kendi kendinize denetim altında tutabileceğiniz konusunda özgüven kazanmanıza yardım edeceğiz.
 
Diyabet, insanlarda bilinen en eski hastalıklardan biridir. Tam adı   -diabetes mellitus- Yunanca sifon ve şeker sözcüklerinden gelir ve denetim altına alınmamış diyabetin en açık belirtisini tanımlar: şeker (glukoz) içerdiği için tatlı olan, çok miktarda idrar yapma. Belirtileri tanımlayan antik Pers, Hint ve Mısır metinleri var, ancak diyabetin tam olarak anlaşılması son yüzyılda mümkün oldu.
 
On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında iki Alman doktor pankreasın -midenin arkasında yer alan büyük bir salgı bezi- kan şekerinin yükselmesini önleyen bir madde üretmesi gerektiğini ortaya koydu. 1921’de Kanadalı iki bilim adamı, insülin adını verdikleri bu gizemli maddenin pankreastaki Langerhans adacıkları diye adlandırılan küçük bir hücre grubu tarafından üretildiğini keşfetti.
 
1922’den sonra diyabet tedavisinde insülinin kullanıma sunulması, diyabetlilerin geleceğe ilişkin beklentilerini baştan sona değiştiren ve bu acı verici ve güçten düşürücü hastalık sonucunda ölebilecek birçok genç insanın yaşamını kurtaran tıbbi bir mucize olarak kabul edildi. Yaklaşık 30 yıl sonra diyabet tiplerinden birinin de kan şekerini düşüren haplarla tedavi edilebileceği anlaşıldı. Bu yeni gelişme doktorların iki tip diyabet arasında ayrım yapmalarına yol açtı.
 
• Tip 1 (insüline bağımlı diabetes mellitus): Genellikle daha genç kişilerde başlar ve iyi durumda kalmak için bu hastaların devamlı insülin iğnesi yapması gerekir.

• Tip 2 (insüline bağımlı olmayan diabetes mellitus): Yaşla bağlantılı ya da olgunluk çağında başlayan diyabet adıyla da anılan bu tip, orta yaşlarda ve yaşlılıkta daha sık görülür ve haplarla ya da tek başına diyetle tedavi edilebilir.

DİYABET NEDİR?
Vücudunuzun kimyasal yapısında oluşan kalıcı bir değişme sonucunda kan şekerinizin (glukoz) gereğinden çok yükselmesidir. Nedeni insülin hormonu eksikliğidir. Hormonlar vücudun bir bölümü tarafından (burada pankreas) üretilen ve kan dolaşımına karışarak vücudun uzak bölgelerinde etki yapabilen kimyasal habercilerdir. İnsülin üretimi tip 1 diyabette olduğu gibi tamamen durabilir. Tip 2 diyabette ise genellikle insülin üretiminde kısmi bir yetersizlikle birlikte, vücudun hormona verdiği yanıtta bir azalma da söz konusudur. Buna insülin direnci adı verilir.
 
NE BOZULUR?
Kanınızdaki glukoz, yiyeceklerin hazmedilmesiyle ve karaciğerde kimyasal değişimden geçmesiyle oluşur. Glukozun bir bölümü depo edilir, bir bölümü de enerji sağlamada kullanılır. İnsülinin, vücuttaki bütün hücrelerin yüzeylerinde bulunan özel yuvalara yerleşmesine ya da reseptörlere bağlanmasına olanak veren özgün bir yapısı vardır. Bu reseptörlere bağlanan insülin, hücrelerin kandan glukoz almasını sağlar ve protein ve yağ yıkımını önler. İnsülin kandaki glukozu azaltabilen yegâne hormondur ve bunu birkaç yoldan gerçekleştirir:

•   Glukozun karaciğerde glikojen olarak depolanmasını artırarak,
•   Karaciğerden fazla glukoz salımını önleyerek,
•   Vücudun diğer bölgelerindeki hücrelerin glukoz kullanmasını teşvik ederek.

Kanda uygun glukoz düzeyini sağlamada vücuttaki diğer bazı mekanizmalar da insülinle birlikte çalışır. Bununla birlikte, kan glukoz düzeyi yalnızca insülinle gerçekten düşürülebilir ve insülin miktarı azalınca sistemin bütün dengesi bozulur. Yemekten sonra yediğiniz besinlerden emilecek glukoz miktarı frenlenemez ve kan şekeriniz giderek yükselir. Kandaki glukoz yoğunluğu belli bir düzeyin üzerine çıktığında, glukoz kan dolaşımından idrara geçmeye başlar. İdrar tatlanınca mikroplar daha hızlı üreyebildiği için, sistit (idrar kesesi enfeksiyonu) ve pamukçuk (bir tür mantar enfeksiyonu) ve benzerleri daha kolay gelişebilir.

Kan şekerindeki yükselmenin bir başka sonucu da idrar miktarının artmasıdır. Bunun nedeni böbreklerin daha fazla tuz ve su atarak kandaki fazla glukozdan kurtulmaya çalışmasıdır. İdrar üretimindeki bu artış poliüri olarak adlandırılır ve diyabetin en erken belirtisidir. Bu süreci durdurmak için hiçbir şey yapılmazsa, kişi hızla vücut sıvılarını kaybeder ve susuz kalır. Daha önce belirtildiği gibi, insülin kan şekeri düzeyini ayarlama yanında, kilo kaybını da önler ve vücutta doku yapımına destek olur, dolayısıyla, insülin üretimi azalan ya da insülini yeterince etkili olmayan kişi kaçınılmaz olarak biraz kilo kaybedecektir.
 
BELİRTİLER
• Susuzluk
• Sıvı kaybı
• İdrar miktarında artma
• İdrar yolu enfeksiyonu (sistit gibi) ya da pamukçuk
• Kilo kaybı
• Yorgunluk, halsizlik, uyuşukluk
• Göz merceğinin kurumasına bağlı bulanık görme
 
BELİRTİLER
Diyabetinizin tipine göre, belirtilerin ağırlık derecesi ve gelişim hızı değişebilir.

Tip 1 (İnsüline bağımlı)
Hiç insülin üretilmemesi nedeniyle kan glukozunun denetimi ortadan kalkınca belirtiler çok hızla gelişebilir. İnsülin proteinlerin (kaslarda bulunur) ve yağların yıkımını önleyerek vücuttaki dengenin sürdürülmesinde çok önemli bir rol oynar. İnsülin yetersiz olunca, kanda yağ ve kas yıkımının yan ürünleri birikir ve bu da keton adı verilen maddelerin üretilmesine yol açar. Bu gelişmeyi durdurmaya yönelik önlem alınmazsa, kişi ketoasidoz komasına girer. Günümüzde diyabet tanısı genellikle erken konulduğundan, bu durum eskiye göre çok daha seyrek görülür. Bununla birlikte, ketoasidozda hastanın derhal hastaneye yatırılması ve damardan insülin ve sıvı tedavisi uygulanması gerekir. Ketoasidoz koması kan şekerinin düşmesine (hipoglisemi) bağlı komadan farklıdır.
 
Tip 2 (İnsüline bağımlı olmayan)
İnsülin üretimi azaldığı ya da üretilen insülin normaldeki kadar etkili olmadığı için, kanda glukoz düzeyi daha yavaş yükselir. Protein ve yağ yıkımı da daha az olduğundan, keton üretimi daha az ve ketoasidoz koması riski düşüktür.
 
DİYABET KİMLERDE GELİŞİR?
İngiltere’de insanların %2’sinde (Türkiye’de yaklaşık %6.5 ’inde) diyabet vardır, ancak bunların yarıya yakını durumunun farkında değildir. Bu kişilerin büyük çoğunluğunda tip 2 diyabet vardır ve belki de bu tipin daha çok yaşamın ileri evrelerinde görülmesi ve kadınların daha uzun yaşaması nedeniyle tip 2 diyabet kadınlarda erkeklerden daha sıktır. Genel nüfus yaşlandıkça, önümüzdeki yıllarda tip 2 diyabetin giderek daha sık görüleceği tahmin ediliyor.
Diyabetin görülme sıklığı dünya çapında da artıyor ve 2025 yılında tip 2 diyabetli nüfusun neredeyse iki katına çıkacağı tahmin ediliyor. Ayrıca, İngiltere’de çocuklarda tip 1 diyabet giderek daha erken yaşlarda gelişiyor gibi görünmekte ve erişkin çağın erken evrelerinde tip 2 diyabet gelişen hasta sayısı giderek artmaktadır. Bu gibi değişikliklerin birçok nedeni vardır ve herhangi bir kişide birden çok etmenin rolü olabilir.
 
Genetik
Tek yumurta ikizlerini ve diyabetli hastaların soyağaçlarını inceleyen araştırmacılar, kalıtımın her iki diyabet tipinde de önemli bir etmen olduğunu belirlediler. İkizlerden birinde tip 1 diyabet varsa, ikincisinde gelişme olasılığı yaklaşık yüzde 50, annebabada varsa çocukta gelişme olasılığı ise yüzde beştir. Tip 2 diyabette ise, tek yumurta ikizlerinden birinde diyabet varsa, diğerinde gelişme olasılığı neredeyse kesindir.

Diyabetin kalıtımla kime geçeceğini önceden tam olarak tahmin etmek zordur. Az sayıda ailede diyabet gelişme eğilimi daha güçlüdür ve bilim adamları bu durumdan sorumlu olabilecek çeşitli genler saptadılar. Bu gibi durumlarda aile üyelerini test etmek ve bu kişilerde diyabet gelişme riskini belirlemek mümkün olabilir.

Bununla birlikte, diyabet vakalarının büyük bir bölümünde sorumlu genleri saptamak güçtür; bu da diyabeti tek bir genin sorumlu olduğu kistik fibroz gibi diğer bazı durumlardan ayırıyor. Dolayısıyla, yakın akrabalarınızdan birinde diyabet olması, sizde de mutlaka diyabet gelişeceği anlamına gelmez. Kalıtımla diyabet eğilimi geçen kişilerin bazılarında diyabet hiçbir zaman gelişmeyebiliyor; bu da kalıtım yanında başka bazı etmenlerin de rolü olduğunu düşündürüyor.
 
Enfeksiyon
Bir süredir çocuklarda ve gençlerde tip 1 diyabetin, çevrede öksürük ve nezlenin yaygın olduğu bazı aylarda daha sık ortaya çıktığı biliniyor. Kabakulak ve Koksaki virüsleri gibi bazı virüslerin pankreasa zarar vererek, diyabete yol açabileceği de biliniyor. Ancak doktorların, tek tek hastalarda diyabetin başlamasıyla özgül bir enfeksiyon atağı arasında bağlantı kurabilmesi enderdir. Bunun olası bir açıklaması, enfeksiyonun başlattığı sürecin yıllar sonra açığa çıkması olabilir.
 
Çevresel etmenler
Tip 2 diyabet gelişenler genellikle fazla kilolu ve dengesiz beslenen kişilerdir. İlginç bir bulgu da, diyabet riskinin düşük olduğu bir ülkeden riskin yüksek olduğu bir ülkeye göç eden kişilerde diyabet gelişme olasılığının, geldikleri ülkede yaşayan kişilerle aynı olmasıdır. Yaşam biçimindeki büyük değişikliklerin de kişide diyabet gelişme olasılığını artırabildiği biliniyor.

Bunun iyi bir örneği, Pasifik adalarından Nauru’da fosfat kaynaklarının bulunmasıyla çok zenginleşen adalılardır. Bu zenginleşme adalıların beslenmesinin fazlasıyla değişmesine, çok kilo almalarına ve diyabet gelişimine daha yatkın
olmalarına neden olmuş.

Bütün bunlar beslenme, çevresel etmenler ve diyabet arasında önemli bağlar olduğunu gösteriyor. Ancak, diyabet gelişimi ile kişinin tükettiği şeker ve tatlı miktarı arasında doğrudan bir bağlantı olduğu söylenemez.
 
İkincil diyabet
Az sayıda kişide pankreastaki bir başka hastalık nedeniyle diyabet gelişebiliyor. Örneğin pankreatit (ya da pankreas iltihabı) bu salgı bezinin büyük bir bölümünü tahrip ederek, diyabete yol açabilir. Cushing sendromu (vücut aşırı miktarda steroid hormon üretir) ya da akromegali (vücut çok fazla büyüme hormonu üretir) gibi hormonal bir hastalığı olanlarda, hastalığın bir yan etkisi olarak diyabet de gelişebilir. Diyabet ayrıca uzun süre aşırı miktarda alkol almanın pankreasa verdiği zarar sonucunda da ortaya çıkabilir.
 
Stres
Birçok kişi diyabetin başlangıcını kaza ya da bir başka hastalık gibi stresli bir olaya bağlasa da, stresle diyabet arasında doğrudan bir bağ olduğunu kanıtlamak pek mümkün değildir. Bu rastlantının nedeni kişilerin daha çok stresli olaylar nedeniyle doktora başvurması ve diyabet tanısının da bu fırsattan yararlanılarak yapılan incelemelerde konulması olabilir.
 
ÖNEMLİ NOKTALAR
  • Diyabet kişinin yeterli insülin üretememesi ya da ürettiği insülinin kan şekeri düzeyini denetim altında tutmada etkili olmaması durumunda ortaya çıkar.
  • İnsülin sağlıklı bir yaşam sürdürmede belirleyici önemi olan bir hormondur (kimyasal haberci).
  • Diyabetin belirtileri kilo kaybı, idrar miktarında artma, susuzluk ve kendini kötü hissetmedir.
  • Diyabetin genetik (kalıtımsal) yatkınlık, enfeksiyonlar, çevresel etmenler ve stres gibi çeşitli nedenleri vardır ve tek tek kişilerde bunlardan herhangi biri ya da hepsi önemli olabilir.


www.saglikpark.com
sitesinden 25.04.2024 01:09:33 tarihinde yazdırılmıştır.