Arama  |  Anket Sonuçları  |  Site Haritası  |

13 Punto 15 Punto 17 Punto 19 Punto
Sağırlığın nedenleri
07.12.2008 22:31:21
Çocuklarda işitmeyi etkileyen en yaygın sorunlardan biri orta kulakta sıvı birikmesidir. Normalde orta kulak havayla doludur. Orta kulağın hava dolu boşlukları tüp şeklindeki dar östaki borusuyla burnun arka bölümüne bağlıdır.

DOĞUMSAL VE KALITSAL SAĞIRLIK

Kulağın gelişimi
Bebeğin gelişimi sırasında dış ve orta kulak ile iç kulak birbirinden oldukça farklı ve ayrı yapılardan, farklı zamanlarda oluşur. Sistemin karmaşıklığı göz önüne alındığında, bütün bu parçaların birleşmesi ve birlikte çalışması bile hayranlık uyandırıcıdır. Döllenmiş yumurta 9 aylık gelişim ve büyüme sürecinde birçok evreden geçer. Yumurta rahmin örtüsüne yuvalandıktan sonra embriyon öncesi, ardından da embriyon evresi gelişimi başlar. Yaklaşık 8 hafta süren ilk telaşlı dönemde bütün önemli organlar ve sistemler yaratılır. Kalp çarpmaya başlayınca embriyon döneminin sona erdiği ve dölüt (fetüs, cenin) döneminin başladığı söylenir. Bundan sonra doğuma kadarki 7 ay içinde yeni hiçbir doku gelişmez, ama oluşan dokular çok büyür ve önemli bir bölümü yeniden düzenlenir.

Dış ve orta kulaklar embriyonun dışında beliren oluklardan ve içteki, daha sonra ağzı, burnu, boğazı ve yutağı (farinks) oluşturacak tüp şeklindeki boşlukta yer alan cep ya da yarıklardan gelişir. Bu bölgeye ilkel ön barsak adı verilir. Embriyonun her iki tarafında bu oluk ve yarıklardan dört, bazen de beş çift gelişir. (Balıklarda bu oluk ve yarıklar solungaçları oluşturur.) Memelilerde bunlardan yalnızca birinci cep ve yarık önemli boyutlara ulaşır ve dış bölümle iç bölümün temas ettiği alan varlığını sürdürerek sonunda kulak zarını oluşturur. Dıştaki oluk dış kulak yolu, içteki yarık ise orta kulak, mastoid ve östaki borusu olur.

Kulak yolunun dışındaki deri altında 6 küçük kıkırdak kabartısı belirir, büyür ve aralarında birleşerek kulak kepçesini oluşturur.

Her bir oluk ve yarık arasında, ön barsak boyunca sıralanmış birer kıkırdak çubuk vardır. Bu çubuklara yutak kavisleri adı verilir ve daha sonra bunlardan önemli yapılar gelişir. İlk kıkırdak kavis alt çene, çekiç, örs ve belki de üzengiyi oluşturur. İkinci kavis, ses organı olan gırtlağın (larinks) hemen üstünde yer alan at nalı biçimindeki dil kemiğini oluşturur. Alttaki kıkırdak kavisler sonunda gırtlağı oluşturur. Bu kavislerin her birinde beyinden gelen önemli bir sinir vardır. Bunlara kafa sinirleri denir ve her iki tarafta 12'şer sinir yer alır.

Alt çeneyi oluşturan birinci kavis içinde boylu boyunca uzanan ve başka işlevleri yanında çiğnemeyle bağlantılı kasları besleyen 5'inci sinir (trigeminal sinir) bulunur. İkinci kavis boyunca baştaki çeşitli açıklıkları (gözler, burun, ağız ve kulaklar) çevreleyen kasları besleyen 7'nci sinir (yüz siniri) uzanır. Bu kaslar daha sonra yüze ifade veren kasları oluşturacaktır.

Cenin büyüdükçe bu bölgede değişiklikler gerçekleşir; orta kulak ve östaki borusu genişler ve yüz sinirini, orta kulak boyunca izleyeceği özel kıvrımlı yolu tutmaya zorlar.


Gelişmekte olan bir memelide "ilkel ön bağırsağın" şeması. Gelişme her bölgede farklı hızlarda ve farklı zamanlarda gerçekleştiği için, aslında hiçbir zaman böyle birgelişme evresi saptanamaz.

Gelişme sırasında hangi bozukluklar olabilir?
Tahmin edilebileceği gibi, bu hızlı gelişme döneminde çeşitli yanlışlar ve hatalar oluşabilir. Belki işitmeyle ilgili en yaygın sorun dış kulak yolunun gelişmemesidir; buna atrezi adı verilir. Dış kulak yolu oluşur ama enfeksiyon gibi bir başka sorun nedeniyle daralır ya da tıkanırsa, buna stenoz adı verilir. Doğan her 15 000 bebekten birinde doğumsal dış kulak yolu atrezisi vardır. Neyse ki bu genellikle yalnızca bir kulağı ilgilendirir ve çocuk yine de işitebilir. Her iki dış kulak yolu atrezisiyle doğan bebeklerde işitme sorunu hemen başlamakla kalmaz, yüzü ve başı ilgilendiren başka bazı anormallikler de görülür.

Bu anormalliklerden belki de en yaygını Treacher Collins sendromudur. Bu sendrom kişilerde düzenli olarak görülen ve bilinen bir tablo oluşturan bir dizi tıbbi sorunu kapsar. Treacher Collins sendromunda kulak kepçesi düşük, bozuk şekillidir ve dış kulak yolu oluşmamıştır, yanaklar, çeneler ve damaklar az gelişmiştir ve dikkat çekici bir biçimde gözkapaklarının iç tarafı aşağı dönüktür. Böyle doğan bebeklerin zekâsı normaldir. Dış kulağı, orta kulağı ya da her ikisini birden ilgilendiren başka birçok sendrom vardır.

Orta kulakta kemiklerde şekil bozukluğu ya da kaynaşma olabilir ve dış kulak yolu normalse ameliyatla bu kusuru giderip çocuğun işitmesini sağlamak mümkün olabilir. Bu ameliyatlarda çeşitli sorunlarla karşılaşma riskinin yüksekliği ve cerrahların çoğunun elde ettiği yetersiz işitme sonuçları da dikkate alındığında, işitme cihazları teknolojisindeki ilerlemeler ve kemiğe vidalanmış işitme cihazlarının kullanıma sunulması, doğumsal kulak hastalıklarında ameliyatları giderek gereksiz kılmaya başladı.

DOĞUMSAL İŞİTME KAYBININ GENETİK OLMAYAN (KALITSAL OLMAYAN) NEDENLERİ
  • Anne adayına ilişkin etmenler
    Aminoglikozid antibiyotikler gibi kulak üzerinde zehir etkisi yapan (ototoksik) ilaçlar
  • Gebelikte kapılan enfeksiyonlar
    Kızamıkçık, toksoplazmoz, sitomegalovirüs, kızamık, suçiçeği, herpes, HIV/AIDS, frengi
  • Doğumdaki etmenler (perinatal)
    Şiddetli sarılık, oksijensiz kalma
  • Yenidoğan bebeğin enfeksiyonları
    Menenjit, ensefalit, septisemi

İç kulak, dış ve orta kulaktan oldukça ayrı gelişir ve başlangıçta, düz bir alan olarak (işitme plağı denir), embriyonun yüzeyinden, gelişmekte olan gözün hemen arkasından kaynaklanır. Bu plak daha sonra çöker ve kenarların içe doğru bükülmesiyle içi boş küçük bir top şeklindeki işitme kesesi oluşur. Bundan sonra hayranlık verici gelişmeler gerçekleşir ve ceninin yaşamının yaklaşık 35. gününde işitme kesesinin bir tarafından yarım daire kanalları gelişir. Bunun hemen ardından kesenin karşı tarafında tabanda küçük bir tomurcuk şeklinde koklea gelişmeye başlar. Tomurcuk büyür ve iki buçuk kez kendi çevresinde kıvrılarak erişkin insandaki koklea biçimini alır. Yaklaşık 11. haftada Corti organındaki tüylü hücreler gelişmeye başlar ve 25. haftada labirent, kulak, kulak zarı, orta kulak ve orta kulaktaki kemikler tam büyüklüklerine ulaşmış ve tamamlanmıştır. Yakındaki beyin sapından gelen sinirler işitme ve dengeden sorumlu tüylü hücrelerle bağ kurarak işitme ve denge sinirlerini oluşturur. Labirentin çevresindeki yumuşak dokuların yoğunlaşmasıyla içteki narin yapıları koruyan sert bir kemik kabuk oluşur. Gelişim sırasında labirent (iç kulak) hasar görmeye yatkındır ve bebek belli ölçüde işitme kaybıyla doğabilir. Buna edinilmiş doğumsal duyusal-sinirsel işitme kaybı adı verilir. En sık rastlanan nedenler annenin gebeliğin ilk üç ayında kızamıkçık ve toksoplazmoz (toksoplazma kedi dışkısında bulunan bir parazittir) gibi enfeksiyonlara yakalanmasıdır. Doğum sırasında yaşanan sorunlar, özellikle şiddetli oksijen yetersizliği (perinatal asfiksi) de iç kulakta ve/veya beyindeki işitsel yollarda hasara neden olabilir. Bu, bebeğin uzun süreli ağır bir sarılık geçirmesi (kernikterus) durumunda da olabilir. Geçmişte bu durum hayli sık görülürdü; anneyle bebeğin kan gruplarının farklı olması durumunda ilk gebelikten sonra annenin vücudunda bebeğe karşı tepkiler gelişiyor ve bu tepkiler bebeğe ciddi zarar vererek, özellikle karaciğer hasarına ve buna bağlı sanlığa yol açıyordu. Bu sorunların en yaygını Rh grubu sorunudur; anne Rh negatif, bebekse Rh pozitif olduğunda görülür. Neyse ki modern gebelik hizmetleriyle kolayca önlenebilen bu sorun artık çok az görülüyor.

Gelişim sırasında ortaya çıkabilecek birçok şekil bozukluğundan biri de Mondini deformitesidir; belirli bir nedeni olmayan bu sorunda koklea torba benzeri bir görünüm almış ve yarım daire kanalları genişlemiş, geride yalnızca alçak frekansları ilgilendiren işitme adacıkları kalmıştır. Bazı çocuklar ise yukarıda sıralanan nedenlerin herhangi birinin olmamasına, aile öyküsünde kalıtsal sağırlık bulunmamasına ve röntgende kokleanın normal görünmesine karşın tam sağırlıkla doğar. Bu vakalarda Corti organının gelişmediği varsayılıyor. Manyetik rezonans (MR) görüntülemesinde işitme sinirinin bulunduğu gösterilirse, bu çocuklar koklea implantlarından yararlanabiliyor.

Kalıtsal sağırlık
Kalıtsal işitme kaybı ilk kez 1853'te Sir William Wilde tarafından incelendi (William Wilde, Oscar VVilde'ın babası ve Dublinli ünlü bir KBB cerrahıydı). William Wilde doğumsal sağırlıkta önde gelen nedenlerden birinin kalıtım olduğunu ve yakın akraba evliliklerinin bu riski artırdığını fark etti. Bununla birlikte, kalıtsal sağırlığın dağılım kalıpları ancak 1865'te Fransisken keşişlerinden Gregor Mendel'in kalıtım çalışmasını yayımlamasından sonra anlaşılmaya başlandı. Kalıtsal sağırlıkla doğan çocukların yaklaşık yüzde 30'unda otozomal dominant (baskın) duyusal-sinirsel işitme kaybı vardır. "Otozomal dominant" terimi kusurun belli bir gen tarafından taşındığı ve bu geni annesinden ya da babasından alan çocukların sağır doğacağı anlamına gelir. Bazen sağırlık bu gen kusurunun tek belirtisidir ve eşlik eden başka özellikler bulunmaması nedeniyle sendromsuz sağırlık olarak adlandırılır. Şimdiye kadar 13 genin bu türden bir soruna yol açabileceği saptanmıştır.

Sendromlu dominant (baskın) işitme kaybında sağırlık genel bir tablonun bir parçasını oluşturur; Waardenburg sendromu tipik bir örnektir. Tutulan kişilerde saçların alın bölümünde beyaz bir meç vardır ve/veya kaşlar beyazdır, farklı renkte gözleri ve duyusal-sinirsel işitme kaybı vardır.

Diğer kalıtsal sağırlık nedenlerinin çoğu otozomal resesif (baskın değil); bu da çocuğun sağır olması için kusurlu genin hem anneden, hem de babadan alınması gerektiği anlamına gelir. Bu durumda genellikle sağırlık otozomal dominant vakalardan daha ağırdır. Ailede sağırlık öyküsü yoksa, tanı koymak güçtür ya da imkânsızdır, ama kardeşlerde de sağırlık olması ya da yakın akraba evliliği tanıyı destekleyecektir. Yine sendromlu ve sendromsuz tipler vardır. Sendromsuz otozomal resesif işitme kaybından en az 17 genin sorumlu olabileceği belirlendi ve görülme sıklığının 3000 doğumda 1 olduğu düşünülüyor. Otozomal dominant vakalarda olduğu gibi, işitme kaybı ilerleyici olabilir ve başlangıçta ortaya çıkmayabilir. Doğumdan kısa bir süre sonra otoakustik emisyon testi yapılmadıysa, daha sonra bunu belirlemekte güçlük çekilebilir.

Sendromlu otozomal resesif işitme kayıplarına tipik bir örnek, kalıtsal işitme kayıplarının yaklaşık yüzde 10'unu oluşturan Ushersendromudur. Bu sendromun bir özelliği gözlerdeki değişikliklerdir. Önce gece körlüğü fark edilir, ardından leke tarzında görme kaybı (skotom), daha sonra da ortadaki merkezi alan dışında görmenin mümkün olmadığı tünel (dürbün) tarzında görme gelişir. Sorunun bu bölümüne retinitis pigmentoza adı verilir ve görme sorununun ileri derecede duyusal-sinirsel işitme kaybıyla birlikte olması özellikle engelleyicidir, üstelik görme kaybı ergenlik çağında başlayabileceği için son derece can sıkıcıdır. Kalıtsal işitme kayıplarında tam iyileşmeye olanak veren özgül tedaviler olmamakla birlikte, genellikle perişan olan ve gereksiz bir suçluluk duygusuyla ne yapacağını şaşıran anne babaya ve çocuğa gerektiği gibi yol gösterilmesi için doğru tanı konulması önemlidir. Giderek geliştirilen beceri ve teknolojilerin hepsinden yararlanılması önemlidir. Çocuk için en iyi önlemlerin ne olabileceği konusunda bazı güç kararlar almak gerekebilir.

ORTA KULAKTA SIVI BİRİKMESİ (ZAMK KULAK)

Çocuklarda işitmeyi etkileyen en yaygın sorunlardan biri orta kulakta sıvı birikmesidir. Normalde orta kulak havayla doludur. Orta kulağın hava dolu boşlukları tüp şeklindeki dar östaki borusuyla burnun arka bölümüne bağlıdır. Östaki borusunun iki rolü vardır:

  1. Orta kulağa hava naklini sağlamak. Bu, orta kulaktaki oksijen, orta kulak boşluğunu örten mukozadan kana emildiği için zorunludur. Aksi durumda orta kulaktaki hava basıncı giderek düşer, kulak zarı içe doğru çöker ve işitme bozulur.
  2. Normalde orta kulakta üretilen salgıların (mukusun) burna boşalmasını sağlayarak sıvı birikimini önlemek.

Birçok kişide soğuk algınlığından sonra, orta kulak mukozasında virüs enfeksiyonu nedeniyle üretilen bol miktardaki salgıyı temizlemekte östaki borusu geçici olarak yetersiz kalır. Bunun sonucunda kulak tıkanır, bazen ağrır, işitme azalır ve zaman zaman kafanızın içinde kendi sesinizi (otofoni) işitebildiğiniz duygusuna kapılırsınız. Tıpta bu duruma akut sekretuar otitis media (ya da birden gelişen salgılı orta kulak iltihabı) adı verilir ve bu sorun genellikle birkaç gün içinde tedavi edilmeden kendiliğinden düzelir.


Gelişmekte olan bir memelide "ilkel ön bağırsağın" şeması.

Sık sık soğuk algınlığı geçiren, alerjisi olan ya da sigara dumanı gibi çevre kirliliği yaratan etmenlere duyarlı olan çocuklarda sürekli salgı üretimi olabilir. Salgılar yeterince boşalamazsa orta kulak içerde "hapsolan" salgıyla tıkanır. Salgının boşalması, ağzında yalnızca tek bir küçük deliği olan bir teneke kutudan koyu bir pekmezin akmasını beklemeye benzer. Sıvı orada 3 ay ya da daha fazla kalınca kronik sekretuar otitis media (zaman zaman "zamk kulak" adıyla da anılır; uzun süreli salgılı orta kulak iltihabı) gelişir. Bu durum efüzyonlu otitis media ya da orta kulak efüzyonu adlarıyla da bilinir. Bu sorun kızlardan çok erkek çocuklarda görülür ve çok kış aylarında yaza göre daha fazladır. Çocukluk çağında her yaşta görülür, ama nedeni bilinmemekle birlikte özellikle 2 yaşında ve 5 yaşında doruğa ulaşır.

Orta kulaktaki sıvı orta derecede işitme kaybına neden olur; genellikle işitme düzeyi 45 dB'in altına inmez. Bununla birlikte, sorun çocuk çok küçükken başlarsa konuşmayı öğrenmesi güçleşir, daha ileri yaşlarda başlarsa konuşma becerileri ve sözcük haznesi yeterince gelişemez.

Bu durum çocukta davranış değişikliğine de yol açabilir ve konsantrasyon bozukluğu, öfke ya da saldırganlık veya içe kapanma görülebilir. Bu çocuklar düşsel arkadaşlar yaratabilir. Orta kulaktaki yerleşmiş sıvı birikmesi tablosu genellikle ağrı yapmaz, ama orta kulak boşluğundaki bu hareketsiz sıvıda enfeksiyon gelişmesi durumunda çok şiddetli ağrı ve ateş gelişir, kulak zarı delinip tel tel sümüksü bir irin dışa akıncaya kadar şiddetli ağrı devam eder (akut süpüratif otitis media ya da birden gelişen irinli orta kulak iltihabı).

Orta kulağında yerleşmiş sıvı birikmesi olan çocukların çoğu sonuçta tedavisiz iyileşir ve vaka sayısı geçen her üç-dört ayda bir yarı yarıya azalır. Bununla birlikte, çocukların hepsi kendiliğinden düzelmez; bu çocukların yaklaşık %5'inde sorunlar devam eder ve kulak zarında meydana gelen değişikliklerle uzun süreli ve ciddi bir kulak hastalığı gelişir.

Orta kulakta sıvı birikmesinin tedavisi hiç de kolay değildir ve bu oldukça tartışmalı bir konudur. Çocukların büyük bir bölümü herhangi bir tedavi uygulanmaksızın iyileştiği için, bazı doktorlar yalnızca çocuklara işitme cihazı verilmesi ve enfeksiyon gelişirse bunun tedavi edilmesi gerektiğini savunur. Bu "bekle ve gör" yaklaşımının benimsenmesi çocukların büyük bir bölümünde etkili sonuç verecektir, ama ufak bir kesimde kulak zarında ve orta kulakta geri dönüşsüz kalıcı hasar meydana gelebilir. İlaç tedavisi çalışmalarında alerjik bazı çocuklarda burundan kullanılan steroid damla ya da spreylerle bu durumun giderilebileceği gösterildi, ama bu tedavi de her zaman etkili olmaz.

Cerrahi girişimde 1.5 milimetre çapında küçük bir havalandırma tüpü (grommet) yerleştirilerek orta kulağın yeniden havalanması sağlanır. Kulak zarında küçük bir yarık açılarak (mirengotomi) yerleştirilen bu tüp orta kulağa hava girmesini, böylece salgıların östaki borusundan boşalmasını sağlar. Havalandırma, orta kulağı örten mukozanın normale dönmesine de yardım ediyor gibi görünüyor. Çocukların %25'inde geniz etinin (adenoidler) alınmasıyla doğal iyileşme süreci hızlandığı için, bazen havalandırma tüpünün yerleştirilmesinden sonra bu işlem de gerçekleştirilebilir.

ZAMK KULAK
Normalde orta kulak havayla doludur. Östaki borusu normal işlevini yerine getiremezse, orta kulak salgıyla dolar. Bu durum üç aydan uzun sürerse, buna 'zamk kulak' adı verilir.


Orta kulakta sıvı birikmesi olan çocuklarda işitmeyi derhal düzelten tek tedavi, iyi çalışan bir havalandırma tüpünün yerleştirilmesidir. Kulak zarında ortası delik bir tüp olması durumunda çocuğun yüzme sırasında orta kulak enfeksiyonlarına daha yatkın olacağını gösteren yeterli kanıt yoktur. Bununla birlikte KBB (kulak burun boğaz) uzmanlarının çoğu annebabaları çocuğun başını yıkarken dikkat etmeleri konusunda uyarır; çünkü sabunlu suyun yüzey gerilimi düşüktür, bu da suyu incelterek kirli ve sabunlu suyun orta kulağa geçişini kolaylaştırır ve sorunlara yol açar. Kulak zarına tüp yerleştirilmiş bir çocuğun uçak yolculuğu yapması konusunda herhangi bir sınırlama yoktur ve orta kulaktaki hava boşluğunun iyice havalanması uçuşu kolaylaştırır.

Kulak zarı vücudun canlı ve büyüyen bir parçasıdır ve tüpü yavaş yavaş dışarı doğru iterek yaklaşık 6 ile 9 ay sonra dış kulak yoluna atar. Bazı tüpler daha erken çıkar, bazıları da daha uzun süre yerinde kalır ve bazen bu süre çok uzayabilir. Kulak zarında tüp olmasının önemsiz bazı yan etkileri vardır. Sonunda tüp atılınca az sayıda çocukta kulak zarındaki delik kapanmaz. Başlangıçta bu hiç de fena değildir; delik tüpün işlevini sürdürür. Uzun dönemde çocukta orta kulakta sıvı birikmesi sorunu bütünüyle ortadan kalkınca bu delik sorun oluşturabilir ve kulağa su kaçınca enfeksiyonlara neden oluyorsa deliğin onarılması gerekebilir.

Tüp yerleştirilince kulak zarı biraz gerilebilir ve tepki vererek gerilim bölgelerinde kireç birikimlerine neden olur. Timpanoskleroz adı verilen bu beyaz kireç birikintileri çok geniş bir bölgeye yayılmadıkça (bu seyrektir), işitmeyi ya da basınç değişikliklerine uyum yapma yetisini etkilemez.

Bazen tüpün atılmasından sonra zamk kulak sorunu yineler; bu durumda işitme kaybı varsa ya da kulak zarında uzun dönemde sorun yaratabilecek bazı değişiklikler oluyorsa ikinci kez tüp yerleştirilmesi gerekir. Çocukların küçük bir grubunda art arda havalandırma tüpü yerleştirilmesi ve sonunda daha kalıcı bir tüp gerekip gerekmediğine karar verilmesi gerekebilir. Bu çok sık gerekli olmaz, ama kulak zarı incelip içe doğru çekildiyse ya da alttaki örs ve üzengiye yapışma varsa, genellikle bu önlem kulak zarındaki kalıcı hasarı önler, bazen de oluşmuş değişikliklerin düzelmesini sağlar.

KULAK ZARININ DELİNMESİ

İnsanlar yaşlandıkça orta kulaktaki değişiklikler giderek daha fazla orta ya da ileri derecede iletim tipi sağırlık nedeni olmaya başlar. Çocukluk çağında orta kulakta sıvı birikmesi iletim tipi sağırlıkta başta gelen neden olsa da, çocukların büyük bir bölümünde bu durum düzelir ve orta kulak normalleşir. Buna karşılık az sayıda çocukta sorun sürer.

Bazı çocuklarda art arda orta kulak enfeksiyonları geliştikten sonra orta kulakta yüksek ateş eşliğinde çok şiddetli bir kulak ağrısıyla irin toplanır. Bir süre sonra kulak zarı delinir, dış kulak yolundan dışarıya sümüksü bir irin akar ve ağrı diner. Bu durum kendiliğinden düzelir ve kulak zarındaki delik kapanır. Bununla birlikte yeni kulak zarı genellikle yalnızca iki katmandan oluşur (normalde üç katmandır) çünkü ortadaki bağ dokusu oluşmamış ya da eksik oluşmuştur. Böyle onarılmış ama zayıf kulak zarları yaşamın sonraki evrelerinde birçok soruna yol açar.

Bazen kulak zarı iyileşmez ve delik varlığını sürdürür. Bu sorun herhangi bir yaşta oluşan kulak enfeksiyonlarından sonra görülebilir. Pamuk uçlu kulak temizleyicilerinin yanlış olarak kulak içinde kullanılması ya da dalma kazalarında olduğu gibi ani basınç değişiklikleri sonucunda ya da önceki enfeksiyonlar nedeniyle zayıflamış bir kulak zarının şırıngayla yıkanması sırasında bile delinme olabilir. Deliğin büyüklüğüne ve yerine bağlı olarak, basit delinmelerde yaklaşık 40 dB'e kadar işitme kaybı olabilir. Ayrıca bu delikler soğuk algınlığından ya da kulağa banyoda, denizde ya da yüzme havuzunda kirli su girmesinden sonra yineleyen kulak enfeksiyonlarına da yol açabilir.

Yineleyen kulak enfeksiyonları sonucunda orta kulak ve mastoidi örten mukoza giderek değişikliğe uğrayabilir ve arada bir salgılama yerine, sürekli sümüksü bir salgı üretmeye başlar. Bu salgı ortamında zaman zaman enfeksiyon gelişir ve bu duruma kronik süpüratif otitis media ya da uzun süreli irinli orta kulak iltihabı adı verilir. Antibiyotik tedavisi ve kulağı aydınlatıp büyüten bir mikroskop kılavuzluğunda ince bir emme tüpüyle irinin özenle temizlenmesi yeterli olmazsa, genellikle deliğin ameliyatla kapatılması gerekir. Çoğu zaman bu ameliyat sırasında orta kulağı ve mastoidi örten sağlıksız mukoza da çıkarılarak, kulak zarının normal durumuna gelmesi sağlanır.

Bazen yineleyen enfeksiyonlar örsün uzun kolunda hasara yol açarak, kemik zincirde ses iletimini bozar. Bu olduğunda işitme bozulur ve 60 dB'lik iletim tipi işitme kaybı gelişir. Bu gibi ileri derecede iletim tipi işitme kayıpları, örsü yerinden çıkaracak kadar şiddetli bir kafa yaralanması sonucunda da gelişebilir. Örsün üzengiden ayrılması, kemik zincirde en sık görülen kesintidir ve kulak zarının sağlam olması koşuluyla genellikle örsün çıkarılması, düzeltilip üzenginin başıyla çekicin kolu arasındaki yerine yeniden yerleştirilmesiyle onarılabilir. Bu işleme osiküloplasti adı verilir ve en iyi materyal kişinin kendi kemiği olmakla birlikte, günümüzde yapay kemiklerle de iyi sonuç alınabiliyor.

Bazı kişiler delinmemiş, ancak yara dokusu gelişmiş bir kulak zarıyla ve iyi çalışmayan bir östaki borusuyla erişkin çağa ulaşır. KBB uzmanları için orta kulak sorunları arasında tedavisi en güç grubu bu kişiler oluşturur. Östaki borusu iyi çalışmadığı için, orta kulak basıncı zaman zaman düşer, bu da sonunda kulak zarının yara dokusu gelişmiş bölümünün çekilmesine ve streç film gibi alttaki yapılara yapışmasına neden olur (buna adhezif otitis mediaya da yapışkan orta kulak iltihabı adı verilir). Bu durum yıllarca fark edilmeyebilir (yani belirti vermeyen [[]asemptomatik] bir durum olabilir), ama sonunda kemik aşağıda sıkışıp kalır ve çoğu zaman örsün uzun kolu ayrılır.

Ayrıca kulak zarı orta kulağın derin oyuklarından birine sıkışabilir ve bu durum çoğu zaman kötü kokulu yineleyen akıntıya ve kolesteatom (aşağıda anlatılacak) oluşumuna yol açabilir. Yineleyen enfeksiyonlarda ve bunlarla ilişkili iletim tipi işitme kayıplarında sorunun gerçek nedeni olan östaki borusu yetersizliğini 'tamamen iyileştirmek' mümkün olmadığından, ameliyatlarda başarılı sonuç almak hayli güçtür. Sorunun yinelememesi için onarım sırasında orta kulağa bir çeşit yapay havalandırma sağlanması gerekir. Günümüzde cerrahi teknikler henüz mükemmellikten uzaktır; yeniden sağlıklı kuru bir orta kulak oluşturulabilirken, normal işitme düzeyine geri dönüş o denli kolay olmuyor.

KOLESTEATOM

Orta kulakta ve mastoidde oldukça sık görülen ve tehlikeli olabilen bir sorun da kolesteatomdur. Bu ad, kulakta neler olup bittiğini anlatmıyor ya da tanı konulmaz ve tedavi edilmezse bu sorunun nelere yol açabileceğini göstermiyor.

Dış kulak yolu ve kulak zarı deriyle kaplıdır. Bu derinin işlevlerinden biri vücudu yıpranmaya karşı korumak ve epidermis adı verilen sugeçirmez bir tabaka oluşturmaktır. Deri bunu başarmak için, alt tabakalarından yüzeye doğru sürekli çoğalır ve bölünen hücreler yüzeye yaklaştıkça ölüp büzülerek sugeçirmez bir tabaka oluşturur. Yüzeydeki bu tabaka sugeçirmez özelliğini "keratin" adı verilen protein sayesinde kazanır. Deri hücrelerinin yüzeyindeki bu ölü tabakalar sürekli yıpranarak atılır; nitekim saçlı deride bu deri pullarına kepek adı verilir. Bu büyüme tarzı vücudun bütün yüzeyinde geçerlidir. Bununla birlikte bu süreç dış kulak yolunda da gerçekleşse, kanal kısa sürede keratinleşmiş ölü deri hücresi tabakalarıyla tıkanırdı.

Bu sorunun üstesinden gelmek için kulak zarı ve dış kulak yolu özel bir göç edebilme özelliği kazanmıştır. Bir başka deyişle, kulak zarındaki ve dış kulak yolundaki deri, kulak zarının ortasından başlayarak dış kulak yolu boyunca kulak deliğinin dışa açılan bölümüne doğru çoğalır. Dış kulak yolunun dıştaki son üçte birlik bölümünde ince kıllar vardır ve kıl köklerindeki küçük bezlerden salgılanan yağ ve küçük ter bezlerinden salgılanan değişime uğramış ter, ölü deri pullarıyla karışarak kulak kirini oluşturur. Kulak kiri yaygın görülen birçok zararlı bakteri ve mantarı öldürerek ayrıca, böceklerin ve diğer yabancı maddelerin istemeden dış kulak yoluna girmesini önleyerek, kulağı koruyucu bir işlev görür.

Öte yandan göç edebilme özelliğine sahip kulak zarı derisi kolayca kendini olmaması gereken bir yerde, orta kulakta da bulabilir. Bu durum çocukluk çağında östaki borusunun normal çalışmadığı ve orta kulak ve mastoiddeki hava basıncının önemli ölçüde düşmesine yol açtığı dönemlerde yaşanan sorunlardan kaynaklanabilir. Bu durumda dış kulak yolundaki normal hava basıncı kulak zarının derisinin bir "çekilme cebi" şeklinde orta kulağa doğru çökmesine neden olur. Kulak zarı orta kulak enfeksiyonlarından zarar görüp incelerek esnekliğini yitirdiyse, bu daha da kolaylaşır. Başlangıçta orta kulak derisi her zamanki gibi bu sığ cepten dışarı doğru göç edebilir, ama cep fazla derinleşirse deri cebin kenarından dışa doğru büyüyemez ve cepte ölü deri tabakaları birikmeye başlar.

Bu ölü deri birikimi alttaki canlı deri hücrelerini yayılmaya zorlar, böylece tabakalar halinde üst üste biriken ölü deri hücrelerinin çevresinde hâlâ canlı ve etkin bir biçimde çoğalan çok ince bir kulak zarı derisi görülür. Bu gelişime kolesteatom adı verilir.

Kolesteatom orta kulağa ve mastoide yayıldıkça, komşu yapılarla temas eder ve giderek onları aşındırır. Bu da birkaç soruna neden olabilir. Orta kulaktaki kemiklerin tahrip olması sağırlığa yol açabilir. Öte yandan iç kulağın (labirent) 4sı sonucunda da sağırlık gelişebilir ve iç kulağın dengeyle ilgili bölümlerinin hasar görmesi nedeniyle sağırlığa baş dönmesi de eşlik eder. Yüze ifade veren kaslara giden yüz siniri orta kulaktan geçer ve bu sinirin kolesteatom işgaline uğraması yüzde eğrilmeye neden olabilir. Orta kulağın üzerinde beyin yer alır ve kolesteatomun beyni etkilemesi birçok sinirsel soruna, bu arada sara nöbetlerine, hatta ölüme bile neden olabilir. Ne var ki genellikle kolesteatom ölü deri birikintilerinin enfeksiyonuna bağlı kötü kokulu bir akıntıyla varlığını belli eder.

Kolesteatom genellikle şu ya da bu türden bir ameliyatla tedavi edilir. Bu cerrahi girişimlerde esas olarak hastalığı giderip kulağı güvence altına almak amaçlanır. Öte yandan güncel cerrahi tekniklerde kulağın kurutulması ve işitme düzeyinin sürdürülmesi, hatta iyileştirilmesi de amaçlanıyor. Kolesteatom ameliyatı risklidir, ancak deneyimli ellerde ameliyata bağlı komplikasyon olasılığı hastalığın denetimsiz gelişmesine izin verilmesinden çok daha azdır.

OTOSKLEROZ

İyi işitebilmek için orta kulağın iyi çalışması gerekir. Her şeyden önce kulak zarı normal, zarın iki tarafındaki hava basıncı da birbirine eşit olmalıdır. İkincisi, kulak zarını oval pencere aracılığıyla iç kulağa bağlayan kemiklerin (çekiç, örs ve üzengi) gerektiği gibi birbirine bağlı ve hareketli olması gerekir. Kemik zinciri etkileyen en yaygın sorunlardan biri otosklerozdur. Kadınlarda erkeklerden daha sık görülen ve nedeni bilinmeyen bir sorun olan otoskleroz, bazı ailelerde kalıtımla geçerek ailenin kadınlarında görülür. Bununla birlikte, ailelerinde otoskleroz öyküsü olmayan birçok kişide yeni vakalar da saptanabiliyor. Hastaların hemen hepsinde zamanla her iki kulak da tutulur, ama az sayıdaki kişide bir kulakta otoskleroz varken diğer kulakta işitme mükemmel düzeyde olabilir.

Otosklerozda oval pencereyi çevreleyen ve üzenginin taban parçasının üzerinde oturduğu kemik genişlemeye ve kalınlaşmaya başlar. Üzenginin taban parçası oval pencereye halka bağ (anüler ligament) adı verilen ince, sert ve esnek bir zarla tutunur. Normalde bu düzenek kulak zarında toplanan ses dalgalarının iç kulaktaki sıvılara verimli ve etkili bir biçimde nakledilmesine olanak verir. Yeni kemikteki aşırı büyüme ilerleyip halka bağı da etkiledikçe, üzenginin hareketliliği kısıtlanır ve işitme düzeyi düşer. Bu durum üzengi tamamen sabit hale gelinceye kadar yavaş yavaş ilerler; bu noktadan sonra işitmenin hiç değilse iletim boyutunda daha fazla kayıp olmaz. Çoğu zaman önce bir kulak tutulur, birkaç yıl sonra da diğer kulak tutulmaya başlar ve insanların çoğu sorunu bu aşamada fark eder. Gebeliğin üzenginin sabitleşmesi sürecini hızlandırdığı, dolayısıyla bu dokuz ay içindeki işitme kayıplarının, gebelikten önceki ve sonraki kayıplardan daha fazla olduğu söyleniyor. Bunun hormon düzeylerinin çok yüksek olmasıyla bağlantılı olduğu ileri sürülüyor, ama işitme testlerinde elde edilen sonuçlar bunu yeterince doğrulamıyor. Ayrıca östrojen içeren modern gebeliği önleyici hapların ya da hormon yerine koyma tedavisinin otoskleroz gelişmesini teşvik ettiğini gösteren yeterli kanıt da yoktur.

Bu durumda olan kişiler sessiz bir ortama göre arka planda başka seslerin olduğu ortamlarda daha iyi işittiklerini belirtiyorlar. Bunun nedeni arka plandaki seslerle üzenginin daha kolay hareketlenmesi ve gürültülü ortamlarda insanların daha yüksek sesle konuşması olabilir. Otoskleroza yaklaşımda birkaç yol vardır:

  • Hiçbir şey yapmamak: Bu durum günlük yaşamda sorun yaratmıyorsa ya da yalnızca bir kulakta tutulum varsa, insanların çoğu yardım talep etmez.
  • İşitme cihazı kullanmak: Otoskleroz geleneksel yollarla kolayca çözülebilecek bir sorundur, çünkü tek gereken, gelen seslerin yeni kemik oluşumunun oluşturduğu engeli aşacak kadar yüksek olmasıdır.
  • Ameliyat: Bu yeni kemik oluşumunu çıkarmak mümkün değildir, ama üzenginin kavsi çıkarılıp taban parçasına küçük bir delik açılarak, bu deliğe yapay bir kemik (protez) yerleştirilebilir ve bu yapay kemiğin öteki ucu örsle birleştirilebilir. Böylece minyatür bir kemik zincir oluşturulur ve bu yeni zincir bütünüyle hareketli olduğu için, sesler yeniden kulak zarından oval pencere aracılığıyla iç kulağa iletilebilir. Doğal yapı yeniden yaratılmıştır. Bu ameliyata stapedektomi adı verilir (stapes = üzengi ve ektomi = kesip çıkarmak). Aslında üzengi çıkarılmadığı, yalnızca delindiği için stapedotomi (stapes = üzengi ve tomi = kesik açma) daha doğru bir isimdir.

Ameliyat başarılı olursa mükemmel sonuç alınır ve işitme normalleşir ya da normale yaklaşır. Bununla birlikte, ameliyatla iç kulakta bazı değişiklikler olabiliyor ve kişide tam sağırlık, kulak çınlaması ve denge bozukluğu (vertigo) gelişebiliyor. Bunlar ciddi ve sakat bırakıcı yan etkilerdir ve görünürde hiçbir neden olmamasına karşın en deneyimli cerrahların ameliyat ettiği hastalarda bile ortaya çıkabiliyor. Ciddi komplikasyonların görülme sıklığı yaklaşık %1 'dir; bu da hatanın cerrahi teknikte olmadığını, bazı kişilerde beklenmeyen ve açıklanamayan bir duyarlılık bulunduğunu düşündürüyor.

Öte yandan, dilin ön üçte ikilik bölümünden tat duyusu iletimlerini taşıyan sinir (korda timpani siniri) de yolu üzerindeki kulak zarından geçerek yüz siniriyle birleşir ve beyne gider. Stapedektomi sırasında bu sinir de hasar görebilir ya da berelenebilir; bu durumda o taraftaki tat duyusunda bir değişiklik olur ve insanlar ağızda madeni bir tattan yakınır. Genellikle bu sorun zamanla geçer, ancak düzelmesi aylar alabilir ve şarap uzmanı ya da aşçı gibi tat duyusuna dayanarak para kazanan kişiler için bu ciddi bir komplikasyon sayılır.

Dolayısıyla, böyle bir ameliyatı düşünen kişilerin bu işe girişirken bütün risklerin farkında olmaları ve işitme cihazlarıyla idare edemeyeceklerinden emin olmaları gerekir. Bunun yanında, başarılı bir ameliyatın kişinin yaşamında büyük bir dönüşüm anlamına geldiğini belirtmekte de yarar vardır.

OTOSKLEROZ VE STAPEDEKTOMİ
Otosklerozda oval pencerenin çevresindeki kemik genişleyerek üzenginin hareketliliğini azalttığı için işitme düzeyi düşer. "Stapedektomi" adı verilen bir ameliyatla bu süreç atlanabilir.


MENIÈRE HASTALIĞI

Kendini bilime adamış gözlemci bir Parisli hekim olan Dr. Prosper Menière 1861 'de bugün kendi adıyla anılan durumun belirtilerini tanımladı. Dr. Menière 1862'de öldü ve günümüzde baş dönmesinin ve bazen de belli ölçüde sağırlığın eşlik ettiği neredeyse bütün durumlarda kendi adı kullanıldığı için belki de mezarında dönüyor. Klasik olarak Menière sendromu genellikle kümeler halinde gelen kulak çınlaması ve baş dönmesi (vertigo) ataklarıyla bağlantılı düzensiz duyusal-sinirsel işitme kaybı olarak tanımlanıyordu. Bu üç klasik belirtiye daha sonra bir dördüncüsü de eklendi; tutulan kulakta basınç hissi.

Tipik olarak bu durum kendini, işinde güç koşullarda yoğun bir biçimde çalışan genç bir kadında bir kulakta tıkanıklık duygusu, seslerde boğukluk ve bozulma gelişmesiyle gösterecektir. Biraz kulak çınlaması da olacaktır. Çoğu zaman bu belirtiler östaki borusundaki bir soruna bağlanır ve hasta bu kanalı açıcı (dekonjestan) ilaçlarla, hatta antibiyotiklerle tedavi edilir. Sorun geçer ama daha sonra yineler; geriye belli ölçüde işitme kaybı, kulakta çınlama ya da uğultu ve tıkanıklık hissi kalabilir. Sonunda genellikle ilk belirtilerden bir yıl kadar sonra şiddetli bir baş dönmesi atağı başlar. Vertigo adı verilen bu baş dönmesi gelip geçici bir olay değildir; dakikalarca, hatta saatlerce sürebilir ve çok rahatsız edici olabilir. Genellikle vertigodan önce kısa bir süre basınç artışı ya da işitmede azalmaya da kulak çınlamasında artış olur. Çoğu zaman kişinin çevresindekiler hızla döner, ama bazen başın içinde bir şeylerin döndüğü de hissedilebilir. İster çevre dönsün, ister kişi kendisinin döndüğünü sansın ve dönme hissi hangi yönde olursa olsun, asıl rahatsız edici olan gerçek dışı hareket duygusudur ve vertigoyu doğrulayan belirti bu duygudur. Çoğu zaman vertigoya bulantı ve kusma eşlik eder.

Vertigo geçince kişi belki birkaç gün boyunca bir sallantı hissi yaşar ve işitme düzeyinin eski seviyesine dönmediğini fark eder, ancak denge duyusu normalleşir.

Birkaç ay boyunca küme halinde ataklar yaşanır, sonra bir yıl kadar yok olmuş gibi görünür; ancak bundan sonra sürekli ilerleyici işitme kaybıyla birlikte yineler. Bu kez geriye kalan işitme de çok bozulmuştur.

Bu durum farklı birçok biçimde ortaya çıkabilir, ancak kolesteatom başta gelmek üzere, orta kulak hastalığı ve akustik nöromalar dışlandıktan sonra doktorun Menière tanısı koyabilmesi için, bu dört belirtinin de (tıkanma, sağırlık, kulak çınlaması, vertigo tarzında baş dönmesi) bulunması gereklidir. Menière hastalığını düşündüren belirtiler bulunan kişilerin, sorunun gerçekten bu olduğunu anlamak için bir KBB kliniğinde tam bir muayeneden ve kapsamlı incelemelerden geçirilmesi gerekir. Bu yapıldıktan sonra kişiye bu belirtilerin gerisinde daha ciddi, yaşamı tehdit edici nitelikte bir sorun olmadığı söylenerek, rahatlaması sağlanabilir.

Bu soruna neyin yol açtığı bilinmiyor, ama zeki, düzenli ve örgütlü çalışan bireyler gibi belli bazı kişilik özellikleri olanlarda daha sık görülüyor. Bu kişiler migrenin de sık görüldüğü kişilerdir ve gerçekten de belli ailelerde Menière hastalığı ile migren arasında genetik, kromozomal bir bağlantı nedeniyle güçlü bir birliktelik ilişkisi vardır. Menière hastalığının nedenini tam olarak bilemiyoruz, ama iç kulağa gelen kan miktarında bir değişiklik olduğu, böylece labirentteki sıvıların bileşiminin değişerek belirtilere yol açtığı sanılıyor. Nitekim kadınlarda âdet dönemlerinde vücuttaki sıvı dengesini etkileyen hormonal değişiklikler olduğunda bu sorunların da ağırlaşmasının nedeni bu olabilir.

Tedavi edilmezse, birkaç yıl boyunca yineleyen atak kümeleri yaşanır ve sonuçta, geride işitme kaybı ve kulak çınlaması bırakarak zamanla yok olur; denge duyusu normalleşir ya da normale yakın bir düzeye döner. Bazen diğer kulak da tutulabilir. Tipik işitme kaybı tablosu başlangıçta gelip geçici nitelikte olan ama sonunda belli bir düzeyde kalıcılaşan, alçak tonları ilgilendiren bir duyusal-sinirsel işitme kaybıdır. Yaşlanmayla birlikte yüksek tonlarda da işitme kaybı gelişir ve sonunda kişide bütün frekansları eşit ölçüde ilgilendiren 70 dB'lik bir işitme kaybı oluşur. İşitmenin bundan fazla bozulması çok seyrek görülür, ama geriye kalan işitme de çok bozuktur ve pek yararlı olmayabilir.

Denge kalorik testlerle değerlendirilir. Bu testlerde sırayla her iki kulağa da şırıngayla yavaşça soğuk ve sıcak su sıkılır. Su sıcaklığıyla normal vücut sıcaklığı arasındaki fark sırasıyla her kulaktaki denge organını uyarır (sıcak) ya da etkisizleştirir (soğuk). Bu da gerçek dışı bir hareket duygusuna (vertigo) ve gözlere yakından bakılırsa fark edilebilen, nistagmus adı verilen ritmik titreşimler şeklinde göz hareketlerine neden olur. Menière hastalığında etkilenen kulak başlangıçta aşırı aktif olabilir, ancak kısa sürede işlevi giderek azalır; bu, kalorik testte, yarım daire kanallarının felcine (paralizisi) bağlı olarak nistagmusun azalmasıyla saptanabilir.

Menière hastalığının nedeni bilinmediği için tedavisi güçtür. Bununla birlikte iyi bir muayene ve ayrıntılı incelemeler ve bilindiği kadarıyla bu yaşananların anlamı kişiye iyi açıklanırsa, hiç değilse kaygısı azaltılabilir. Uzun süreli vertigo atağı yaşamamış bir kişi için bunun ne denli ürkütücü olabileceğini anlamak zordur.

Bu sorunu olan kişilerin tuzu ve kafeini azaltmaları öneriliyor, ama bunlardan bütünüyle kaçınma durumunda yarar sağlanabileceği kanıtlanamadı. Uzun dönemde vertigo ataklarının ilerlemesine karşı belli bir yararı var gibi görülen ilaçlar sadece tiazid grubu diüretikler (idrar söktürücü haplar) ve betahistindir. Akut vertigo atağı sırasında da proklorperazin (Türkiye'de preparatı yok), ve sinarizin gibi ilaçlar genellikle yararlıdır; ancak bu iki ilaç dengesizlik ve sakarlık gibi yan etkilere yol açabileceği için uzun süre kullanılmamalıdır.

Vertigoyu denetim altına almaya yönelik çeşitli ameliyatlar uygulanabiliyor. Bazı kişilerde tutulan tarafta kulak zarına basit bir havalandırma tüpü (grommet) takılması yeterli oluyor. İç kulağa uygulanan bir ameliyatla (iç kulağın endolenfatik kesecik adı verilen bir bölümünü örten kemiğin kaldırıldığı endolenfatik dekompresyon adı verilen basınç azaltma ameliyatı) da hastaların %70'inde en az beş yıl boyunca vertigo yok oluyor.

İşitme devam ediyorsa, denge sinirinin kesilmesiyle (vestibüler nörektomi) sorunlu kulağın beyinle bağlantısı engellenebilir, ancak bu ciddi cerrahi riskleri olan önemli bir ameliyattır.

İşe yarar bir işitme yoksa ve vertigo dayanılmaz düzeydeyse iç kulağın tahrip edilmesi (labirentektomi) yoluyla en kötü halde vertigo yerine dengesizlik geçirilir, bu da çok şiddetli vertigo yaşayan kişilerde kabul edilebilir bir seçenek olabilir.

Son zamanlarda, olası etkileri daha çok bilinen yeni aminoglikozidlerin kullanıma sunulmasıyla, vertigonun tedavisinde orta kulağa aminoglikozid antibiyotikleri enjekte ederek kulağın bazı bölümlerini tahrip etme üzerinde yeniden durulmaya başlandı. Aminoglikozidler yan etki olarak iç kulakta hasara yol açabilen bir antibiyotik grubudur. Bu ilaçlar kokleadaki iç ya da dış tüylü hücrelerde, dengeyle ilgili tüylü hücrelerde ya da her ikisinde birden şu ya da ölçüde tahribata neden olabiliyor. Bu antibiyotikler orta kulağa verilince yuvarlak ve oval penceredeki zarlardan iç kulağa geçebiliyor.

Neomisin hemen hemen yalnızca kokleada hasara neden olur. İç kulağın dengeyle ilgili bölgeleri üzerinde gentamisinin toksik etkisi daha fazladır, bu nedenle iç kulağın sorunlu denge bileşeninin "kimyasal" yoldan tahrip edilmesinde bu ilaç kullanılabilir. İşlem görece kolaydır ve çok etkilidir, ancak geriye kalan işitmeye ciddi zarar verme riski her zaman vardır.

Menière hastalığına yakalanan şanssız kişilerin yaşam kalitesini düzeltmek için, hastalığın her aşamasında alınacak bir önlem vardır, ancak sorun ilerledikçe tedavi giderek güçleşir ve vurgu vertigonun durdurulmasından işitmenin sürdürülmesine doğru kayar.

GÜRÜLTÜYE BAĞLI İŞİTME KAYBI

Batı dünyasında istenmeyen sesler giderek her yeri kaplıyor. Komşuların gürültülü davetleri, yol çalışmaları, araba alarmları ya da sabahın erken saatlerindeki köpek havlamaları, bu münasebetsiz gürültüleri duymak zorunda kalan herkes için çok sinir bozucu olabilir. İşitme bizim erken uyarı sistemlerimizden birini oluşturur ve beklenmedik ya da sıra dışı sesler sinirlerimizi gererek olası bir tehlikeye karşı tepki vermeye hazır bir konuma geçmemize neden olur.

Bu tür sesler sinir bozucu olmakla birlikte nadiren fiziksel olarak zararlıdır; kokleaya çok daha şiddetli sesler zarar verir. Şiddetli seslere uzun süre maruz kalan kişilerde dış tüylü hücreler aşırı yorulur ve kokleadaki iç yükselteç (otoakustik emisyonların kaynağı) artık çalışmaz. Bu durum görece sessiz bir gece uykusunda dış tüylü hücrelerin toparlanmasıyla geçen, geçici bir işitme kaybına - aslında eşik kaymasına - neden olur. Bu, gürültüye maruz kalan kişinin genellikle ilk fark ettiği belirtidir, ancak önemini anlamayabilir. Geçmişte, son derece gürültülü baskı makineleriyle çalışan gazete işçileri bazen işe giderken çok gürültü yapan arabalarının, akşam eve dönüşte "sessiz ve iyi çalıştığını" fark ederdi; aslında buna kulaklarının gündüz baskı makinelerinin gürültüsünden etkilenmesi yol açıyordu.

Gürültüye maruz kalma devam ederse, bu geçici eşik kayması uzun sürer ve düzelme için birkaç ay gürültüden uzak kalmak gerekir. Sürekli gürültüye maruz kalma sonucunda kulakta kalıcı eşik kayması gelişir. Genellikle bu durumdan ilk başta yüksek frekanslar, özellikle de 4 ya da 6 kHz'lik frekanslar etkilenir ve bu sorunu yaşayan kişilerin odyogramında bir çentik oluştuğu gözlemlenir.

Hasarın neden önce bu bölgede ortaya çıktığı kesin olarak bilinmiyor, ama gürültüye maruz kaldığı bilinen bir kişinin odyogramında bu değişikliğin görülmesi, gürültüye bağlı mesleki işitme kaybı tanısı konulması için neredeyse tek başına yeterlidir. Kişi gürültüye maruz kalmaya devam ederse çentik derinleşip genişler ve kişi işitme düzeyinde bir bozulma olduğunu fark etmeye başlar. Bu kişiler önce diskotek ve kulüplerde işitme sorunu yaşar, daha sonra televizyonu duymakta zorlanmaya başlar.

Gürültüye bağlı işitme kaybının kimlerde gelişeceğini belirleyen birkaç etmen vardır. Bunlardan birincisi ve belki de en önemlisi kokleanın maruz kaldığı toplam gürültü miktarıdır. Bu da maruz kalınan sesin şiddeti (yani kulağın aldığı ses enerjisi) ile maruz kalma süresi tarafından belirlenir. Ses düzeyini 3 dB artırarak ses enerjisini iki katına çıkarmak, aynı hasarın oluşması için gerekli süreyi yarıya indirir. Dolayısıyla, orduda topçuların ya da patlayan bombaların yakınında olanların yaşadığı gibi çok yüksek ses düzeyleri, insanların çoğunda kısa sürede kalıcı sağırlığa neden olabilir.

İkinci önemli etmen bireysel duyarlılıktır. Çevredeki sesler 80 dB'in altında olduğu sürece, maruz kalma süresi ne denli uzun olursa olsun kimsede sağırlığa neden olmaz. Birkaç yıl boyunca işyerinde günde sekiz saat 90 dB'lik bir gürültüye maruz kalan işgücünün yaklaşık yüzde 12'sinde gürültüye bağlı mesleki işitme kaybı tablosu gelişir, ancak tablonun ağırlık derecesi kişiden kişiye değişir. Gürültü düzeyi 85 dB olduğunda maruz kalanların yalnızca yüzde üçünde tahribat gözlemlenir. Günümüzde dış tüylü hücrelerin yeniden oluşmasını sağlama olanağı bulunmadığı için bu kayıp kalıcıdır.

Gürültüye bağlı hasar eskiden beri yaşanıyordu, ancak aslında kolayca önlenebilecek bu soruna karşı yeni yeni yasal önlemler alınıyor. Bu gecikmenin mali, pratik ve teknik nedenleri olabilir. Makineleri sessizleştirmek son derece pahalıdır. Kulağa gelen ses enerjisini azaltan koruyucu önlemler alınması görece kolay olmakla birlikte, bu gibi önlemler iletişimi zorlaştırır ve işyerinde hareket eden araçlar ve vinçler gibi daha belirgin başka tehlikeler varsa sorun yaratabilir.

Teknolojideki gelişmelerle günümüzde kablosuz iletişim olanağı sağlayan mikrofon ve hoparlör bağlantılı kulak koruyucuları kullanıma sunuldu, ancak bunlar biraz pahalıdır. İşverenler bu gibi gereçleri sağlamayı kabul eder ve bunların kullanılmasını teşvik ederse, gürültüye bağlı mesleki işitme kaybı artık geçmişte kalmış bir hastalığa dönüşebilecek. Gürültüye bağlı hasarın mesleki bir sorun oluşturduğu birçok pop müzikçisi günümüzde bu türden gereçleri kullanıyor. Topçu ateşine bağlı yoğun işitme sorunları bütünüyle önlenemese bile, orduda da bu kulak koruyucularının kullanılması durumunda bu gibi sorunlar en aza indirilebilir.

İngiltere'de, orduda ya da sanayide gürültüye maruz kaldıkları için sağır olan kişiler için devlet destekli tazminat olanağı vardır. Tazminat ölçütleri son derece sınırlıdır ve tazminat alabilmek için 1, 2 ve 3 kHz frekanslarında ortalama işitme kaybının en az 50 dB olması öngörülmüştür. Bu ileri derecede sağırlıktır ve işitme cihazı olmaksızın sessiz bir ortamda yüz yüze konuşmanın bile neredeyse olanaksız olduğu anlamına gelir. Benzer sınırlamalar orduda sağırlaşan kişiler için de vardır.

Anne babalar sık sık çocuklarının kulaklıkla ya da yüksek sesli pop müzik dinlemelerinden kaynaklanan riskler olup olmadığını sorar. Diskotek, kulüp ve konserlerde (özellikle hoparlörlere yakın olan kişilerde) gürültüye bağlı hasar riski olduğu kesindir. Diskoteklere devam eden kişilerin çoğu "güzel" bir gecenin ardından kulak çınlaması ve tıkanıklık yaşadıklarını fark eder, ama bu bir süre sonra geçer. Bununla birlikte KBB uzmanlarının çoğu, kalıcı işitme kaybı gelişmiş kişilerle karşılaştıklarını, bunların bir bölümünde tam sağırlık geliştiğini belirtiyor. Bu olasılık hareketli danslar yapanlarda daha fazlaymış gibi görünüyor ve egzersiz ile oksijen azalmasının kokleayı gürültüye daha duyarlı kıldığını düşündüren bazı uç kanıtlar vardır. Nitekim birkaç İngiliz müzik grubu Fransa'daki standartlara göre fazla yüksek sesli müzik yaptıkları için Paris'te konser veremedi.

YAŞLA İLİŞKİLİ İŞİTME KAYBI - PRESBİKÜZİ

Genellikle yaş ilerledikçe insanların çoğu işitme sorunları yaşamaya başlar. Bunun nedeni Corti organındaki dış tüylü hücrelerin, daha seyrek olarak da iç tüylü hücrelerin giderek tahrip olmasıdır. Bu kayıp, özellikle arka plan gürültüsü olan ortamlarda iyi işitme açısından çok önemli olan yüksek frekansları saptayan kokleanın taban bölümünde daha fazladır; konuşma sesleri de dahil çevredeki seslerin büyük bir bölümünü saptayan orta bölümlerde ise daha az kayıp vardır.

Kokleadaki değişiklikler doğumda başlar ve zamanla herkeste tüylü hücre kaybı yaşanır, ancak kayıp oranı kişiden kişiye çok değişir. Tüylü hücre sayısının işlevsel bir işitme düzeyi için gerekenden daha fazla olduğu sanılıyor. Dolayısıyla bu tedrici kayıp genellikle kişi 40'lı yaşlara gelene kadar fark edilmez. Bu yaştan sonra yüksek frekanslardaki kayıplar sesler arasında ayrım yapmayı güçleştirdiği için, kişi gürültülü ortamlarda (örneğin restoranlarda) konuşmaları işitmekte zorlanır. Tek tek sesler 'formant' denen belli bir frekanslar dizisiyle tanımlanıp sınıflandırılır ve bu kalıp o ses için ayırt edicidir. Bir sesi bir diğerinden ayırt edebilmek için beyin bir konuşma kalıbı analizi yapar ve o sesi çevresindeki diğer seslerden ayırt eder. Bu da o kalıp içindeki daha tiz formantların işitilmesini gerektirir, yüksek frekanslarda önemli boyutta işitme kaybı varsa bu gerçekleştirilemez.

Tüylü hücre kaybının yol açtığı bir başka durum da "rekruitman" olarak adlandırılır. Burada, işitme düzeyi düştüğünden hafif sesler duyulmaz. İşitilebilen düzeye gelindiğinde ise, algılanan ses şiddetinde hızlı bir artış olur ve şiddeti yükseldikçe ses büyük bir hızla rahatsız edici bir düzeye ulaşır. Yaşlı bir akrabanızın bulunduğu odaya o sizi görmeden girdiğinizde bunu sık sık yaşamışsınızdır. Normal sesinizle "merhaba" dersiniz ve o sizi işitmez. Sesinizi biraz yükseltirsiniz ama o yine duymaz. Sesinizi biraz daha yükseltirsiniz ve yaşlı akrabanız kafasını çevirip sizi tersler: "Bağırma. Sağır değilim!"

Ne yazık ki, yaşla ilişkili işitme kaybı henüz önlenemiyor ve tam iyileşme sağlanamıyor. Günümüzde yalnızca tedavi edilebilecek bir kulak hastalığı söz konusu olup olmadığı araştırılıyor, kişi bilgilendiriliyor, çevresi düzenleniyor ve gerekiyorsa ya da kişi istiyorsa uygun bir işitme cihazı veriliyor. İleri derecede rekruitman varsa işitme cihazı kullanmak güç olabilir, bu yüzden kişinin rahat etmesi için genellikle maksimum çıkışı elektronik bir yöntemle denetim altında tutan bir cihazın kullanılması gerekir. İşitme cihazı kullanacak olanların cihaza 'alışmak' için önce kısa bir süre kullanmaları ve sonra süreyi giderek artırmaları, böylece kulak ve beyinlerinin daha önce işitilmeyen bütün yeni sesleri anlamasını sağlamaları gerekir.

Bununla birlikte bazı kişiler sabırsızdır ve işitme cihazından hemen yarar sağlamayı umar; mükemmel bir cihazdan işittikleri yeni sesler, alıştıkları sesler olmadığı için de düş kırıklığına uğrarlar. Oysa sabırlı ve ısrarcı olmak gerekir.

ANİ SAĞIRLIK

Aniden başlayan ileri derecede işitme kaybı hemen her zaman kişiyi perişan eden çok kötü bir deneyimdir. Kayıp yalnızca bir kulağı etkilese bile, bu olay çok rahatsız edici olabilir. Sesin geldiği yeri belirlemek ve restoranlar gibi arka plan gürültüsü olan ya da sınıflar gibi akustik açıdan iyi düzenlenmemiş ortamlarda işitmek çok güçleşir. Neyse ki, her iki kulakta ani gelişen tam işitme kaybı çok seyrek görülür. Kulak çınlaması da gelişirse, sorunlar daha da ağırlaşır. Ani işitme kaybının birçok nedeni olabilir, ama ani ne ölçüde anidir ve bunu işitme kaybı olarak adlandırmak için kaybın hangi boyutta olması gerekir?

Genel kabul gören bir tanım, üç frekansta ortalama 30 dB'in üzerinde bir kaybın üç gün içinde ortaya çıkmasıdır. Bu tür kayıpların nedenleri şunlar olabilir:

  • iletim
  • duyusal-sinirsel
  • iletim ve duyusal-sinirsel nedenin birlikte olduğu karma
  • psikolojik

İletim
Kulak kiri genellikle önemli boyutlarda işitme kaybına neden olmasa da, istemeden kulak temizleyicisiyle itilerek kulak zarına yapışan ya da kulağa su girince şişen kulak kiri, kulak tıkanıklığına ve işitme kaybına neden olabilir. Şırıngayla herhangi bir hasara neden olmamak için, bu kir dikkatle emilerek temizlendiğinde sorun giderilir.

Tüple dalma ya da soğuk algınlığı geçirirken uçak yolculuğu yapma sırasında oluşan ve kulak zarında hasar yapacak kadar güçlü olmayan ani değişiklikler orta kulak boşluğunda kanamaya ya da orta kulağı örten mukozadan dışarı sıvı sızmasına neden olabilir. Bu durumda gerekiyorsa kulak zarında çizgi tarzında bir delik açılır (mirengotomi) ve sıvı bu delikten emilerek dikkatle boşaltılır.

İletim tipi ileri derecede ani işitme kaybı, genellikle kulak zarında ya da orta kulakta hasar sonucunda gelişir. Daha çok dalma kazaları ya da patlamalar sırasında kulak zarında yaygın hasar oluşur. Çoğu zaman öyküyle ve basit bir muayenede kulak zarının yırtıldığının görülmesiyle bu durum kolayca anlaşılır. Bu tür hasarda maksimum 40 dB düzeyinde işitme kaybı ortaya çıkar.

Otomobil kazalarında görülebilen türde doğrudan kafa yaralanmaları kemik zincirin bütünlüğünün bozulmasına neden olabilir. En yaygın hasar noktası örsle üzengi arasındaki eklemdir (inküdostapediyal eklem). Bu gerçekleştiği zaman zincir bütünüyle bozulur ve 60 dB düzeyinde bir iletim tipi işitme kaybı ortaya çıkar.

İç kulak hasarı tam iyileşme şansını etkileyeceği için, yukarıdaki durumların hepsinde kemik iletimi maskelemesiyle güvenilir bir saf ton odyometrisi yapılarak, yaralanmaya bağlı duyusal-sinirsel işitme kaybı olup olmadığı araştırılmalıdır. Kulak zarı sağlamsa timpanometride uzun ve sivri bir dalga kemik zincirin bütünlüğünün bozulduğunu, düz bir çizgi ise orta kulağın sıvıyla dolu olduğunu gösterecektir.

Kemik zincir sorunlarını ameliyatla tedavi etmek genellikle mümkündür. Hastanın kendi örs kemiği (yeniden şekillendirilip çekicin koluyla üzengi arasına yerleştirilir) ya da yapay kemik kullanılarak kulak zarı üzengiye bağlanır. Yapay kemikler genellikle kemiğin başlıca öğelerinden biri olan hidroksiapatitten yapılmıştır. Bu girişim osiküloplasti olarak adlandırılır. Yine mikro cerrahi teknikleri kullanılarak, kulak zarı da onarılabilir ve bu işleme timpanoplasti ya da mirengoplasti adı verilir.

Duyusal-sinirsel
İleri derecede bir ani duyusal-sinirsel işitme kaybı çok sık görülmüyor ve çoğu doktor yaşamı boyunca en çok birkaç vakayla karşılaşıyor. Bu da en iyi tedavinin ne olduğunu belirlemeye yönelik değerlendirmeleri çok güçleştiriyor. Pek az kişide patlama ya da önemli boyutlarda basınç hasarı gibi belirli bir nedene bağlı koklea yaralanması saptanabilir. Bazıları ise menenjit ya da kabakulak geçirmiştir. İleri derecede orta kulak enfeksiyonları ya da kolesteatom da iç kulağı işgal edebilir. Öte yandan akustik nöroma da ani bir sağırlıkla kendini belli edebilir (bu konu daha sonra ele alınacak). Az sayıda kişide herpes enfeksiyonu vardır ve kulakta ya da ağız tavanında birkaç sivilce yanında, sağırlık, vertigo ve yüz felci görülebilir. Bu belirtilerin bir araya gelmesine Ramsay Hunt sendromu adı verilir.

Daha seyrek görülen başka bazı durumlar da vardır, ama genellikle ani gelişen duyusal-sinirsel işitme kayıplarının çoğunda kanıtlanmış herhangi bir neden bulunmaz. Bu durumda doktorlar daha çok soruna bir virüsün yol açtığını ya da orta kulağı besleyen damarlardan birinde pıhtılaşma olduğunu söylemeyi tercih eder. Bu nedenlerin ikisinin de gerçekten var olduğunu destekleyen yeterli kanıt yoktur, ancak ikinci olasılık daha akla uygundur. Vücudun iç kulak dışındaki bölümlerinin çoğu iki arterle beslenir ve bunlardan birinin tıkanması durumunda diğeri işlevini sürdürür. Oysa iç kulakta yalnızca tek bir ince arter (labirent arteri ya da iç kulak arteri) vardır. Labirent arteri ikiye bölünerek kokleayı ve vestibüler labirenti ayrı ayrı besler. Teorik olarak bu arterin çeşitli noktalardaki tıkanmaları sağırlığa, baş dönmesine ya da bunların ikisine birden neden olabilir. Bu birçok tedavide temel alınan çekici bir önermedir, ama nedenin bu olduğunu gösteren herhangi bir kanıt yoktur. Bu yüzden ani duyusal-sinirsel işitme kayıplarının çoğu idiyopatik, yani nedeni olmayan işitme kaybı olarak adlandırılır.

Nedeni bilinmeyen bir durum için mantıklı bir tedavi oluşturulamaz. Gerçekten de, düzgün tasarlanmış bazı çalışmalarda, altta yatan diğer sorunların dışlanması koşuluyla, hiçbir şey yapmamaktan daha etkili herhangi bir tedavi biçimi saptanamamıştır. Tedavi uygulanmayan kişilerin %60-70'inde, genellikle ilk hafta içinde tam olarak ya da tama yakın iyileşme sağlanır. Şu etmenler iyileşmenin yetersiz olacağını düşündürür:

  • 8 kHz bölgesini ilgilendiren işitme kayıpları
  • 1, 2 ve 4 kHz'de ortalama 70 Db'in üzerinde işitme kaybı
  • Vertigonun eşlik ettiği vakalar

Bu durum yine de bu hastaların tedavi edilmemesi gerektiği anlamına gelmez. İşitmenin vücudun erken uyarı sistemlerinden biri olması ve işitme kaybının kişide büyük bir endişe ve rahatsızlık yaratması nedeniyle, aniden başlayan ileri derecede işitme kaybı kişiyi perişan eden bir durumdur. İşitme bütünüyle kaybedilmemiş olsa bile çoğu zaman bozulmuştur ve sıklıkla rahatsız edici bir rekruitman vardır. Kulak çınlaması da gelişirse, sorun daha da ağırlaşır. Hastanın tam bir öyküsü alınmalı, kulağı muayene edilmeli ve diğer hastalıkları dışlamak için uygun incelemeler talep edilmelidir. Bu çok rahatsız edici bir sorun olduğu için, KBB uzmanlarının çoğu bu kişileri hastaneye yatırarak yatak istirahatı, sakinleştiriciler, belki bazı ilaçlar uygulamayı tercih eder. Düzelme olmazsa, kişinin desteklenmesi ve işitme rehabilitasyonu üzerinde durulabilir.

Psikolojik
Depresif hastalıklar sırasında bazı kişilerde hastalık kendini özgül bir fiziksel yakınmayla ortaya koyar. Kon-versiyon bozukluğu adı verilen bu durumda sık görülen bir değişiklik ansızın gelişen ileri derecede bellek kaybı ya da ani körlüktür. Daha seyrek olarak ileri derecede sağırlık da gelişebilir. Bu sorun özellikle bir patlamaya maruz kalan ve "gerçek" ama geçici bir işitme kaybı yaşayan kişilerde, travmatik stres bozukluğunun bir parçası da olabilir. Bu gibi vakaların tedavisi güçtür. Genellikle odyogramda 50-70 dB düzeylerinde düz bir çizgi oluşur, oysa orta kulak ya da iç kulak hastalıklarının çoğu için bu sıra dışı bir durumdur. Neyse ki otoakustik emisyonlar ya da işitsel uyandırılmış potansiyellerle gerçek işitme düzeyi saptanabilir; bu sonuç tanıyı kolaylaştıracağı gibi, hiç değilse işitme sorunun geçeceği söylenerek hasta rahatlatılır ve uygun tedaviler başlatılır.

AKUSTİK NÖROMALAR

Akustik nöromalar seyrek görülür, ama kendi haline bırakılır ve tedavi edilmezse ciddi, hatta yaşamı tehdit edici sorunlara neden olabilir. Bu biraz gariptir, çünkü bunlar denge sinirlerini çevreleyen ve yalıtım sağlayan hücrelerden kaynaklanan, kanserle ilişkisi olmayan bütünüyle selim oluşumlardır. Bu hücrelere Schwann hücreleri adı verilir. Denge siniri vestibüler sinir olduğu için bu oluşumların teknik olarak "vestibüler schwannom" adıyla anılması gerekir; nitekim tıp literatüründe bu terim de sık sık kullanılıyor.

Akustik nöromalar oldukça sık görülür, ama çok seyrek olarak belirtilere yol açar. Yılda, 100 000 kişide yaklaşık bir vaka görülür; bu nedenle İngiltere'de doktorlar her yıl yaklaşık 400 yeni akustik nöroma vakası görür. Bu oluşumda görülen belirtiler ve durumun ciddiyeti, söz konusu hücre çoğalmasının yerine ve yakınlarda önemli yapılar olup olmadığına göre değişir.

İşitme ve denge sinirleri iç kulaktan çıkarken, kafatasında iç kulak yolu adı verilen dar bir kanaldan içeriye doğru ilerler. Buradan kafatasının içyüzeyiyle beyin arasında serebellopontin açı adı verilen bir boşluğa girer. Bu boşluk beyni çevreleyen sıvıyla (beyinomurilik sıvısı ya da BOS) doludur. İki sinir bu boşluktan geçer, geçiş sırasında birleşir ve beyin sapına girer. Beyin sapı solunum, kan basıncı, nabız, denge, göz hareketleri ve üzerinde hiç düşünmeden gerçekleştirdiğimiz bilinçdışı hareketlerin çoğunu denetleyen beyin bölümüdür. Yutma, konuşma, çiğneme ve yüzdeki duyumları denetleyen sinirler de bu bölgeden kaynaklanır. Burada yer alan çok önemli sinirlerden biri de yüz siniridir. Bu sinir işitme ve denge sinirinin yakınından doğar ve bu iki sinirle birlikte iç kulak yoluna girerek, kanalın sonuna kadar onlarla birlikte ilerler. Daha sonra karmaşık bir yoldan yüz siniri orta kulak ve mastoid kemiğinden geçer ve gülümseme, burun kanatlarının kalkıp inmesi, gözlerin kapanması ve alnın kırışmasını sağlayan yüz ifadesi kaslarına ulaşır.

Akustik nöromalar büyümeye başlayınca çevrelerindeki yapıları sıkıştırır ve giderek bu yapıların işlevine etkileyerek belirtilere neden olur. Büyüme iç kulak yolu içinde başlarsa, tek taraşı kulak çınlaması, işitmede bozulma ve işitme kaybı gelişebilir. Genellikle denge kaybı sorunu yoktur. Büyüme daha içerde başlarsa, uzun süre "sessiz" kaldıktan sonra beyin sapının sıkışması nedeniyle sakarlık, yüzde uyuşma ya da ağrı veya geveler gibi konuşma gelişir. Sonunda beyinsapı üzerindeki basınç beyinomurilik sıvısının akışını güçleştirir ve kafa içi basınç artmaya başlar. Bu da mide bulantısı, kusma, baş ağrısı, ateş, sakarlıkta artış, bulanık görme ve bilinç azalmasına, giderek de nöbetlere ve ölüme yol açabilir.

Akustik nöromalar yavaş, yılda ortalama bir ya da iki milimetre büyür, ama kafa içinde fazla boşluk yoktur ve bu tümörlerin çoğunun tedavi edilmesi gerekir. Bütün bu söylenenlerden anlaşılacağı gibi, tümörün alınması kolay olmayacaktır ve genellikle tümör ne kadar büyürse ameliyat riski o kadar artacaktır. Cerrah çevredeki sinirlere ya da beyin dokusuna zarar vermeksizin akustik nöromayı bütünüyle çıkarmayı amaçlar. En fazla risk altında olan sinir, tümör kütlesinin etrafında gerilen, bu yüzden çok incelip kolayca hasar görebilecek hale gelen yüz siniridir. Cerrahi tekniklerdeki ilerlemelere, yüz sinirinin monitörle izlenebilme olanağına ve anestezideki ilerlemelere karşın, gerilmiş yüz sinirini korumak büyük bir beceri ister ve en iyi cerrahların elinde bile bu sinir hasar görebilir.

Ameliyat dışındaki tedavi, stereotaktik radyoterapi adı verilen yoğunlaştırılmış radyoterapidir. Amaç tümörün daha fazla büyümesini önlemektir. Bu tekniğin bir süredir kullanılıyor olmasına karşın yararı henüz tam olarak değerlendirilmemiştir ve bu teknikle tümörün büyümesinin durdurulamaması durumunda, tümör çevresinde yara dokusu oluşumu ameliyat sırasında yüz sinirinin korunmasını daha da güçleştireceğinden radyoterapiden sonra ameliyat büyük bir güçlük yaratır. Stereotaktik radyoterapi küçük ve birden çok dozlar halinde verilebilir (fraksiyone stereotaktik radyoterapi) ya da tek bir büyük doz halinde uygulanır (gama bıçağı tedavisi). Bazı kanıtlar fraksiyone stereotaktik radyoterapinin çevre dokulara gama bıçağından daha az zarar verdiğini düşündürüyor.

Genel olarak tek taraşı işitsel belirtilerin ayrıntılı bir biçimde incelenmesi gerekir. Güvenli bir teknik olan manyetik rezonans (MR) görüntülemesi bu kendine özgü tümörlerde son derece kesin bir tanı konulmasına olanak veriyor. Dolayısıyla bu araştırmayı yapmamak için hiçbir neden yoktur, ama büyük bir tümörü düşündüren önemli belirtiler ya da kafaiçi basınç artışı olmadıkça genellikle tedavi için çok acele etmeye de gerek yoktur.

 

 

ÖNEMLİ NOKTALAR
  • İşitme kaybının birçok nedeni vardır; bunların yalnızca bir bölümü tanımlanmıştır.
  • Bu nedenlerin çoğu ciddi değildir ve kolayca tedavi edilebilir.
  • İşitmenizin bozulduğunu düşünüyorsanız, özellikle sorun yalnıza bir kulaktaysa ve kulak çınlaması gibi başka bazı belirtiler de varsa hekime başvurmalısınız.
  • İletim tipi işitme kaybı çoğu zaman ameliyatla tedavi edilebilir, ancak duyusal-sinirsel kayıplarda bu mümkün değildir; bununla birlikte bütün işitme kayıplarında kişiye uygun işitme cihazlarıyla yardım etmek mümkündür.

  

Bu yazı 9911 kere okundu.

Yorum Ekle Arkadaşına Gönder Çıktı Al Yukarı
Ne tür rahatsızlıklarınız var?
Bu anketin sonuçları anket tamamlandıktan sonra yayınlanacaktır.

ana sayfam yap | sık kullanılanlara ekle | iletişim | kullanım şartları | site haritası
Bu sitede yer alan bilgi, belge ve resimler yazılı, görsel veya daha başka bir yöntemle çoğaltılamaz, tamamen ya da alıntı yapılarak kullanılamaz.