|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
Beslenme bozuklukları nelerdir?
18.12.2007 11:45:02
"Beslenme bozukluğu” deyimi genellikle iki durum için kullanılır. Bunlar anoreksiya nevroza ve bulimia nevrozadır.
İlgili Sayfalar
Beslenme bozuklukları nelerdir?
"Beslenme bozukluğu” deyimi genellikle iki durum için kullanılır. Bunlar anoreksiya nevroza ve bulimia nevrozadır. Bu rahatsızlıklar birbiriyle yakından ilintilidir ve hatta bir tane temel bozukluğun farklı şekillerde kendini göstermesi olup olmadığı yolunda bir karara varılamamıştır.
Anoreksiya nevroza “sinirsel nedenlerden dolayı iştah kaybı” olarak tanımlanır. Tipik belirtisi kilo kaybıdır. Ancak anoreksiya nevroza hastası bir kadın, iştahını kaybetmez.
Kilo vermesinin nedeni yeme isteğini bastırmasıdır.
Çoğu zaman yeme isteğini engellemenin nedeni kadının kilosundan memnun olmaması ve şişmanlamaktan korkmasıdır. Çok zayıf bile olsa kendini şişman olarak görür. Bu duruma, vücudunu yanlış değerlendirme denir.
Anoreksiya nevroza hastası olan insanların çoğu hastalığa onlu veya yirmili yaşların başında yakalanır.
BULİMİA NEVROZA Bulimia nevroza hastaları, şişmanlamaktan abartılı bir biçimde korkar. Ancak anoreksiya hastalarının aksine vücut ağırlıkları yüksek, düşük veya ortalama olabilir. Genellikle yemek yeme isteğini engellemeye çalışırlar ama engellemeyle abur cubur yemeleri arasındaki denge, vücut ağırlıklarının sağlıksız bir istikrara kavuşmasını sağlar. Ayrıca abur cubur yedikten sonra yine hasta kilo almayacağını umarak kendi isteğiyle kusar veya müshil kullanır.
Bulimia nevroza, anoreksiya nevrozadan biraz daha ileri yaşta başlar. Genelde onlu ve yirmili yaşların sonlarındaki kadınlarda görülür. Anoreksiya nevrozadan daha yaygın olduğu düşünülmektedir.
Anoreksiya nevroza ve bulimia nevrozanın belirtilerini bir arada görmek de mümkündür. Bu durumdaki bir kişinin anoreksiya bulimia nevroza rahatsızlığı vardır. Rahatsızlıklardan birinin belirtilerinin hepsini olmasa da bir kısmını sergileyen insanlarda vardır. Böyle durumları tasvir etmek için de “değişik anoreksiya” veya “değişik bulimia,” bazen de “kısmi sendrom” deyimi kullanılır. Böyle değişik ve kısmi durumlar, bütün belirtileri görülen rahatsızlıktan daha yaygın olabilir.
BAŞKA BESLENME BOZUKLUKLARI VAR MIDIR?
Beslenme bozukluğu olarak tanımlansa da tıbbi sınıflandırmalarda yer almayan iki durum daha vardır.
Obezite
Obezite mutlaka düzensiz veya aşırı yemekle ilintili olmasa da ciddi bir sorundur. Bazı obez insanlarda beslenme bozukluğu olmasına ve bulimianın bazı özelliklerini göstermesine rağmen obezitenin kendisi bir beslenme bozukluğu olarak kabul edilemez.
Mecburi beslenme
Genelde mecburi beslenme olarak bilinen diğer bozukluğun tam olarak tanımı yapılamamıştır. Çoğunlukla bulimia nevrozaya veya bir kısmi sendrom olarak tanımlanabilecek bazı beslenme alışkanlıklarına uymaktadır.
VAKA HİKAYESİ
Heather: Bir anoreksiya öyküsü Heather, öğretmen anne babanın iki kızından küçük olanıydı. Huzurlu ve mutlu bir çocukluk geçirmişti ama kendisi 14, ablası Fiona 16 yaşlarına geldiğinde işler tersine dönmeye başladı. O zaman 46 yaşında olan babaları bir kalp krizi geçirdi. Bu yüzden erken emekli olup en büyük ideali olan okul müdürlüğüne elveda demek zorunda kaldı. Depresyon krizlerine girmeye başladı. Özellikle Fiona’ya karşı alıngan ve sinirli davranıyordu. Sonraki iki yıl evde baba kız arasında kavganın yaşanmadığı gün geçmedi. Ailesinin karşı çıkmasına rağmen Fiona okulu bırakıp müzik kasetleri satan bir mağazada çalışmaya başladı. 18 yaşında hamile kaldı ve evden ayrılarak erkek arkadaşıyla yaşamaya başladı. Babası bu durum karşısında yıkıldı ve Fiona’yla bir daha asla görüşmeyeceğini söyledi. Annesi ve Heather, Fiona’yı gizli gizli ziyaret etmeye devam etti. Fiona’nın bebeği doğunca aradaki buzlar biraz eridi ancak babası yine de mesafeli davranıyordu. Sık sık göğüs ağrılarından yakınmakta ve Fiona’nın hayatını mahvettiğini söylüyordu. Heather’ın annesi aileyi bir arada tutmak için çok çalışıyor ve kızıyla hasta ve sıkıntılı kocası arasında arabuluculuk yapıyordu. Heather ise okulda oldukça parlak bir öğrenciydi. Öğretmenleri Oxford ya da Cambridge Üniversiteleri’ne girebileceğini söyleyince ailesi mutluluktan havaya uçmuştu. Babasının alanı olan bir konuyu, modern dilleri tercih etmişti ve akşamları babasıyla birlikte ders çalışırlardı. Babası kendisini “antrenör,” üniversite sınavlarını da “Olimpiyatlar” olarak tanımlardı. Babası sağlam kafanın sağlam vücutta bulunacağını söyleyerek Heather’ı yürüyüş yapması konusunda da teşvik ederdi. Fiona’ya olan kırgınlığı arttıkça, küçük kızı Heather’a olan düşkünlüğü de artıyordu. Heather babasının kendisine olan ilgisine mutlu olmakla beraber kendisinden beklentilerinin ne kadar yüksek olduğunun da farkındaydı. Giderek babasını hayal kırıklığına uğratmaktan korkmaya başladı. Heather, Andrew isimli bir çocukla çıkmaya başladı. Kısa sürede Andrew ile zaman geçirme isteğiyle kendini derslerine adama isteği arasında kaldığını fark etti. Ayrıca babasının, erkek arkadaşını onaylamadığını ve “sonunun Fiona gibi olacağından” korktuğunu da hissediyordu. Bir gece eve geç kaldı ve ailesi buna çok kızdı. Babası bir anjin krizi geçirdi ve annesi Heather’a babasının üzülmemesinin ne kadar önemli olduğunu hatırlattı. Bu olay üzerine Heather, Andrew’a bahaneler uydurmaya başladı ve fazla sürmeden Andrew, Heather’ı başka bir kız için terk etti. Kalbi kırılan Heather, babasının ilişkisinin bitişine memnun olmasına da içinden kızdı. Kafası karışmış ve üzgün olan Heather, sonunda kendini toparlamaya karar verdi. Oxford Üniversitesi’ne girmeyi kafasına koydu ve orada da başarılı olmanın hayalini kurmaya başladı. Emeğinin karşılığını mutlaka alacaktı. Bu arada da çok çalışacak, para biriktirecek, forma girecek ve hatta aylardır kendine söz verdiği gibi fazla kilolarından da kurtulacaktı. Başlangıçta her şey yolunda gidiyordu. Heather daha sıkı çalışmaya başlamıştı ve babası da bu durumdan memnundu. Annesi daha rahatlamıştı ve hatta Fiona bile ziyaretlerine daha sık geliyordu. Heather kendisine bir ders programı yapmıştı ve babası da planlamasına yardımcı olmuştu. Koşu yapmaya başlamış ve annesinin “mantıklı rejim” dediği bir diyeti uygulayarak birkaç kilo vermişti.
Heather hâlinden çoğu zaman memnundu ama bazen ders çalışırken aklı başka yerlere gidiyordu. Ardından kendisini hayal kurarak zaman harcadığı için azarlıyordu. Başarılı olamazsa neler olacağını düşünerek endişeleniyordu. Bir akşam, bir paket bisküvinin tamamını yediği fark edince çok üzüldü. Tartıldığında verdiği üç kiloyu geri aldığını gördü. Sanki bütün emekleri boşa gitmişti. Bir şekilde işleri tekrar yoluna koymalıydı.
Programını koşu, yemek yeme ve ders çalışma da dâhil bütün faaliyetlerini içine alacak şekilde yeniden düzenledi. Ne zaman yalnızca bir fincan kahve ve bir tane bisküvi yiyebileceğini belirledi. Kısa bir süre sonra bisküvileri de tamamen kesti.
Haftalar geçtikçe Heather daha çok kilo vermeye başladı. 16 yaşında 58 kilo geliyordu. Bundan bir yıl sonra ise 42 kiloya düşmüştü ve adetleri de kesilmişti. Artık aklında yalnızca iki düşünce vardı – derslerinde başarılı olmak ve kilosunu kontrol edebilmek. İki konuda da başarısızlığa uğrayacağından korkuyordu.
O kadar çok ders çalışıyordu ki babası bile biraz yavaştan almasını söylemeye başlamıştı. Annesi Heather’ı n beslenmesini dert etmeye başlamıştı ama Heather, annesi ne zaman yemeğe çağırsa daha önce yediğini ve aç olmadığını söylüyordu. Sürekli bol kıyafetler giyerek annesinin kendisini çıplak görmesinden kaçınıyordu. Zayıf göründüğünü bilmesine rağmen kendisini sürekli şişman hissediyordu. Aklı sürekli yemekteydi ama kendisini durduruyor ve derslere daha çok gömülerek aklını dağıtmaya çalışıyordu. Bir defasında gece yarısı uyanıp iki paket bisküvi ve büyük bir kap dondurma yedi. Ardından kusmaya çalıştı ama beceremedi. Bu da, canının istediği gibi yerse her şeyin kontrolünden çıkabileceği düşüncesini körükledi. Aynı yılın sonbaharında Heather Oxford Üniversitesi’ne kabul edilmediğini öğrendi. Artık gerçekten çok zayıf olduğu kolayca belli oluyordu. Yılbaşında davranışları yüzünden ailede büyük kavgalar çıktı. Sonunda, yeni yılın başlarında ailesi, Heather’ı doktora gitmeye ikna etti. Muayenehanede tartılınca 37 kilo geldi. Anoreksiya nevroza hastası olduğu iyice ortaya çıkmıştı.
VAKA HİKAYESİ
Susan: Bir bulimia öyküsü Susan, polis bir baba ve hemşire annenin en büyük çocuğu ve tek kızıydı. Susan on bir yaşındayken babası evi terk etmiş ve başka bir kadınla yaşamaya başlamıştı. Susan bu duruma çok kızmış ve sonraki sekiz yıl boyunca babasıyla bütün irtibatını kesmişti. Annesinin içinde bulunduğu zor durumu atlatmasına yardımcı olmaya çalışıyordu. Susan ve annesi birbirine çok yakınlaşmışlardı. Annesi Susan’a inanılmaz bir şekilde güveniyor ve eşi tarafından terk edildiğinde yalnızca 6 aylık olan kardeşine bakmak için Susan’dan destek alıyordu. İki yıl sonra annesi ve babası boşandığında Susan bu duruma hiç üzülmedi. Ancak annesi iş yerinden arkadaşı olan John ile çıkmaya başlayınca oldukça rahatsız oldu. Annesi, John’la altı ay içinde evlenme kararı aldı. Susan 15 yaşındayken annesi John’la evlendi ve aynı eve taşındılar. Susan kendi kendine annesi adına sevindiğini söylese de eski yakınlıklarını özlüyordu. Susan John’u pek sevmemişti. John, Susan’la arkadaş olmak için çok çaba göstermesine rağmen erkek arkadaşlarıyla çıkmasıyla, giyim zevkiyle ve görüntüsünden duyduğu rahatsızlıkla dalga geçmekten de geri kalmıyordu. Susan’ın bir iki günü geçmeyen rejimlere başlamasıda John için ayrı bir alay konusuydu. Sonraki yıl Susan, kendini gittikçe daha yalnız ve mutsuz hissetmeye başladı. Evde mümkün olduğunca az zaman geçiriyordu. Hemen her akşam dışarı çıkıyor ve çoğu zaman içki li geliyordu. İçki içmesi de sorunlarını artırıyordu. John giderek daha sert davranmaya başlamıştı. Aralarında pek çok tartışma geçiyordu. Yılın sonlarında üniversite giriş sınavlarına girdi ama sonuçlar umduğu gibi gelmedi. Ne yapacağına karar vermesi biraz zaman aldı ama sonunda şehirdeki bir kursa yazıldı. Susan 17 yaşındayken Mark adında, kendisinden 7 yaş büyük profesyonel bir futbolcuyla tanıştı. İlişkileri oldukça zordu çünkü Mark her ne kadar hayat dolu ve çekici olsa da güvenilmez biri gibi görünüyordu. Yılbaşından hemen önce, tam da Susan ilişkisini bitirmeyi düşünüyorken hamile olduğunu öğrendi. Sandığının aksine Mark baba olma fikrine çok memnun oldu ve beraber yaşamaya başladılar. Annesi ve üvey babası buna itiraz etse de Susan evden ayrıldığına memnun olduklarını düşündü. Kursu da bırakan Susan, temmuz ayında Rory adını verdikleri bir erkek bebek doğurdu. Hamileliği sırasında çok kilo almıştı ve doğumdan sonra kendini çok şişman ve itici hissetmeye başladı. Kilo vermeye çalıştı ancak rejim yapmak zor geliyordu. Bazen yemek hiç aklına gelmiyor, bazen de yemekten başka bir şey düşünemiyordu. Yavaş yavaş depresyona girmeye başlayan Susan, kendini çok mutsuz hissediyordu. Rory’yi seviyordu ama anneliği çok yorucu buluyordu. Futbol sezonunun başlamasıyla Mark sık sık şehir dışına çıkmaya başlamıştı ve bebekle de eskisinden daha az ilgilenmeye başlamıştı. Aylar geçtikçe çift daha çok kavga etmeye başladı. Susan, Mark’ın şehir dışına yaptığı yolculuklarda başka kadınlarla tanışacağından korkuyordu. Mark ise aşırı sahiplenir bir tavır takınmış, Susan’ın eski kız arkadaşlarıyla bile dışarı çıkmasını istemez olmuştu. Susan kendini önceki yıllarda olduğundan daha yalnız ve mutsuz hissetmeye başlamıştı. Ancak bu sefer çıkış yolu yoktu. Annesinin evine geri dönmek istemiyordu. Eğitimini bıraktı ğına pişmandı ama Mark’a üniversiteye gitmek istediğini söylediğinde kocası onu başka erkeklerle tanışmak istemekle suçlamıştı. Bir gün yine kavga ederlerken Mark ona şişko, çirkin ve sıkıcı olduğunu, “kendisini bıraktığını” söyledi. Çok üzülen ve kızan Susan yine de bunların kendisinin de düşündüğü şeyler olduğunu biliyordu. Yeniden kilo vermeyi aklına koydu. Hızlı kilo verdiren bir rejime başladı. Kısa sürede çok kilo verdiği için memnundu ama yine de kendini mutsuz, aç ve sinirli hissediyor, yemekten başka bir şey düşünemiyordu. Bir akşam Mark yine eve gelmeyeceğini söylemek için aradı. Susan buna çok kızdı, üzüldü ve kontrolünü kaybetti. Yiyebildiği kadar yemek yedi sonra da panikledi ve kendini suçlu hissetti. Zorla bütün yediklerini çıkardı. Ertesi gün daha az yemek yemeye karar verdi ama bir hafta sonra yeniden abur cubura daldı. Kendini durdurmayı istedikçe bir kısır döngüye takılıp kaldığını hissetmeye başladı. Artık haftada birkaç defa kendini durduramayarak, abur cubur ne bulursa yiyordu. Kıtlıktan çıkmış gibi yemesine rağmen kilosu yerinde sayıyordu. Rory’nin birinci doğum gününden kısa bir süre sonra Susan Mark’ı terk etti. Bardağı taşıran son damla bir kıskançlık krizi sırasında Mark’ın Susan’a vurması oldu. Susan babasıyla yeniden görüşmeye başlamıştı ve babası kocasıyla kalırsa Mark’ı “iyice benzeteceğini” söylemişti. Susan başta annesinin evine gitti ama birkaç hafta sonra kendisine bir ev tuttu ve yeni bir hayat kurmaya başladı. Bazı açılardan işler iyiye gidiyordu. Ancak Susan kendisini yalnız ve güvensiz hissediyordu. Bazen umudunu tamamen yitiriyor ve kendisini öldürmeyi bile düşünüyordu. Mark’la görüşüyorlardı ama yalnızca arkadaş olarak. Ara sıra eski arkadaşlarıyla dışarı çıkıyor ve düzenli olarak aerobik derslerine gidiyordu. Yeniden bir kursa yazıldı ve üniversiteye gitmekten bahseder oldu. Dışarıdan bakınca Susan için her şey yolunda gibi görünüyordu ama o, bulimia nevrozanın pençesine düşmüştü.
Bu yazı 12486 kere okundu.
|
Ne tür rahatsızlıklarınız var?
Bu anketin sonuçları anket tamamlandıktan sonra yayınlanacaktır.
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
ana sayfam yap | sık kullanılanlara ekle | iletişim | kullanım şartları | site haritası | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Bu sitede yer alan bilgi, belge ve resimler yazılı, görsel veya daha başka bir yöntemle çoğaltılamaz, tamamen ya da alıntı yapılarak kullanılamaz. |